Tek Başına STK
Dünyadaki misallerine göre ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarının tarihçesi çok da eski değildir. Ancak ülke nüfusumuza göre sivil toplum kuruluşu olarak sayılan kuruluşlar birçok dünya ülkesine göre oldukça az sayıda kalmakta ve şu anda sivil toplum kuruluşu statüsündeki birçok derneğin aslında faaliyette olmayan yerel dernekler olduğunu düşündüğümüzde bu alanda köklü bir değişim yaşamamız gerektiğini söylemem yanlış olmaz diye düşünüyorum.
Dünya genelindeki sivil toplum örgütlerinin sayısı 10 milyon olarak tahmin edilmektedir. Rusya yaklaşık 277.000 STK’ya sahip. Hindistan’da, yaklaşık 2 milyon STK olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam 600 hindistanlıya bir STK düşmesi anlamına geliyor. Çin’de resmi olarak kayıtlı yaklaşık 440.000 STK bulunduğu tahmin edilmektedir. ABD’de yaklaşık 1.5 milyon yerli ve yabancı STK faaliyet gösteriyor.
Dünya genelinde STK’ların tarihi 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Köleliğe karşı ve kadın haklarının kazanılması konularında çok önemli roller oynayan STK’ların etkilerinin Dünya silahsızlanma konferansında en üst düzeye ulaşmış olduğunu belirtmek gerekir.
Bugün sahip olduğu içerik itibariyle sivil toplum kuruluşu kavramı ilk defa 1945 yılında Birleşmiş Milletler teşkilatının kuruluş beyannamesinde kullanılmıştır. İngilizce Non-Government Organization (NGO) olarak ifade edilmektedir. Resmi olmayan organizasyon ya da yaygın kullanımıyla sivil toplum kuruluşu anlamına gelmektedir.
Oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösteren, topluma yararlı hizmetler geliştirmek için kurulmuş, devletle resmi ya da organik bir bağı olmayan yasal topluluklardır.
STK’ların tamamen veya kısmen devlet organları tarafından desteklendiği durumlarda bile STK bünyesinde herhangi bir devlet yetkilisi bulunmadıkça kurumun STK olma özelliğinin devam ettiği kabul edilir yani bünyesinde bir devlet görevlisi bulunmamalıdır.
Sivil toplum kuruluşlarını, sosyal, siyasi, kültürel, hukuki ve çevresel amaçlar doğrultusunda lobi ve ikna çalışmaları yapan, gösteri ve eylemler düzenleyen; üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük esasına göre alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlar olarak ifade edebiliriz.
20. yüzyıl boyunca, küreselleşme olgusu STK’ların önemini artırmış ve çoğu sorunların ülkelerin kendi içinde çözülmesini imkânsız hale getirmiştir.
Bu alandaki dengesizliği gidermek için uluslararası düzeyde faaliyet gösteren STK’lar insani konular, kalkınma yardımları ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında devletlerin karar alma mekanizmalarını etkilemekte başarılı olmuşlardır.
Amerika, Çin gibi büyük ülkeler, Avrupa Birliği (AB) ve Dünya Bankası gibi örgütlenmeler politikalarını uluslararası STK’ların muhtemel tepkilerini dikkate alarak belirlemekte, hatta söz konusu belirleme sürecine belli ölçülerde hükümet dışı kuruluşların (STK ya da NGO) katılımına imkân tanımaktadırlar. Ayrıca bu ülkeler bu kurumlar aracılığıyla devletlerinin ulaşamadığı noktalara ulaşabilmekte ve bunu çıkarları doğrultusunda kullanabilmektedirler.
Özellikle gelişen teknolojiyle, dünyanın küreselleşmesiyle birlikte gelişen iletişim sistemleri ve sosyal ağlarda, kısmen STK görevi üstlenmeye başlamıştır.
Sosyal ağlar hükümetleri baskı altında bırakabiliyorlar ve kararları etkileyebiliyorlar. Bu konu çok önem arz etmektedir zira tüm Türkiye’yi sarmalayan bir eylem silsilesine dönüşmüş ve insanlar sosyal medya üzerinden örgütlenerek eylemler gerçekleştirmiş ve büyük kitlelerin birbirinden çok uzak olan bireylerin haberleşmesiyle büyük bir toplumsal krize dönüşmüştür.
Vakıflar medeniyeti...
Bugünkü duruma dönmeden önce bizde yardım kuruluşlarının tarihine kısaca bir bakmakta yarar var. Sivil toplum kuruluşu olarak yardım vakıflarımızın geçmişi aslında Anadolu kadar eski. Selçukluların ilk yıllarından itibaren devletle birlikte sivil toplum da vakıflar etrafında örgütlenmiş... Yani devlet kadar sivil toplum örgütleri de tarihimizin asli bir parçası... Öyle ki 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde devletten bağımsız olarak yardım faaliyeti organize eden vakıf sayısı 20 bini buluyor. Daha da önemlisi bu vakıfların toplam geliri Osmanlı Devleti’nin toplam gelirinin 1/3’ne denk geliyor. Osmanlı vakıflarının temel faaliyet alanında da büyük bir zenginlik var. Kuşlara ev yapan da var, çeşmelere bakan da... Çoğu bugün de devam eden Darüşşafaka gibi eğitim işiyle uğraşanlar çoğunlukta... Dini yardım faaliyeti ile uğraşan vakıf oranı ise tahmin edilenden daha az, %25 dolayında.
Komşusu açken tok yatan bizden değildir!
Vakıflar doğası gereği kentli kurumlardır. Geniş aile, hemşehrilik kültürü içinde kurulan, resmi olmayan yardımlaşma ağı saat gibi işler. Kimin neye ihtiyacı olduğu aile büyükleri tarafından tespit edilir olan, olmayana gider ve günün sonunda gerçekten de komşusu açken tok yatanın pek görülmediği bir düzen işler... Çok değil bundan 30-40 yıl evvel nüfusun %70’inden fazlası köyde yaşarken bu tarz yardımlaşma faaliyetinden dolayı sıkıntı yoktu ama bugün nüfusun %75’i kentlerde yaşıyor. Bir de bu sayıya neredeyse tamamı kentlerde yaşayan ve yardımla geçinen 4 milyona yakın mülteciyi ekleyin...
Kurumsallaşmak gerekiyor!
Geçmişten günümüze yardımseverliği örgütleyen vakıf geleneğinin vardığı noktayı merak ediyorsanız hemen söyleyeyim. Durum pek parlak değil. Her sene 79 ülkede yardımseverlik faaliyetleri ortamını değerlendiren filantropi endeksine göre dünya liginde en alt sıralarda yer alıyoruz. Yardım işi yapma kolaylığı, vergi teşvik sistemleri, uluslararası yardım akışı, politik ortam ve sosyo-kültürel ortam kategorilerinde yapılan değerlendirmeye göre Türkiye’nin de içinde bulunduğu ortadoğu ülkeleri, dünyada devlet dışında yürütülen yardımseverlik faaliyetlerinin en zayıf olduğu ülkeler. Dünya ortalamasının üstüne çıktığımız tek alan sosyo-kültürel yardımseverlik ortamı. Yani yardım etmeyi seviyor, yardım etmek istiyoruz. Dolayısıyla sorun tarihsel ya da kültürel bir sorun değil. Sorun bizim her sorunu devlet eliyle çözme ısrarımızdan kaynaklanıyor. Buna yardım işi de dâhil. Oysa devletin asli görevi yardım dağıtmak değil, ilk başta kimseyi yardıma muhtaç etmemek sonra da yardımseverliğin kurumsallaşmasını kolaylaştırmaktır.
Yaz, kışa göre çabuk geçer. Silleye gitmek gerek…