HAFIZ İSMAİL (57)
Şehre hareket edecek olan otobüsün yolcuları arasında hafız İsmail’de bulunuyordu. O, erkenden otobüse binmiş, şoförün arkasındaki koltuğa oturarak hareket saatini beklemeye başlamıştı. Tıpkı ilk defa şehre gidecek bir yolcu gibi heyecanlıydı. O gün seher vaktine kadar ne hanımı, ne de kendisi bir gram uyku uyumamışlar, adeta karalar bağlamışlardı. Buradan ayrılırlarsa nereye gidecekler ve ne yapacaklardı. Ha deyince yeni bir köy bulmak o kadar kolay mıydı? Boşa döküyorlar dolmuyor, doluya döküyorlar almıyordu. Hayalleri karamsar, ümit ve beklentileri kör kuyu gibiydi. Durmadan konuşup, bir yol bulmaya çalışıyorlardı. Konuşmanın bir yerinde hafız İsmail hanımına; “Olmazsa yeni bir köy buluncaya kadar kendi köyümüze gider orada otururuz.” Dedi. Bu lafa sinirlenen hanımı; “Olmaz hafız, asla!” Diye karşılık verdi. Sonra da; “Herkesin bir izzeti nefsi var! Çıktığım köye ölsem de dönmem.” Dedi ve ağlamaya başladı. Hafız İsmail hanımının ağlamasına dayanamamıştı. Ona; ağlama hatun dediğin gibi olsun. Köyümüze dönmeyelim. Buradan yeni bulacağımız köye taşınırız olur biter dedi. Arkasından da hanımına her şey yoluna girecek, merak etme! Diyerek moral verdi.
Şehre gelmişlerdi. Otobüsten indiği sırada yanından geçmekte olan muavin Sami’ye; köye dönüş aynı saatte mi? Diye sordu. Muavin Sami; “evet” diye cevap verdi. Koşar adım otobüsün yanından uzaklaştı. Önce parasını emanet ettiği hocasının kardeşi sarraf Kadir’e uğrayacak, oradan da muhtar Recep ağa’nın akrabası saraç Ömer’i ziyaret edecekti. Dönüşte de han’a uğrayıp köyüne gidecek otobüse babasına göndereceği mektubu ve bir miktar parayı teslim edecekti.
Sarraf Kadir’in dükkânın önüne geldiğinde içerdeki kalabalığı fark etti. İçinden, galiba düğün alış-verişi var diye geçirdi. Bir an içeriye girip girmeme konusunda tereddüt etti. Sonra kararını verdi. Önce saraç Ömer’in yanına uğrayacaktı. Belki oradan gelinceye kadar sarraf Kadir’in dükkânındaki kalabalık dağılırdı.
Saraç Ömer dükkânında yalnız başına oturuyordu. Hafız İsmail’in geldiğini görünce ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Yüzünde oluşan kocaman gülümsemeyle onu karşıladı. Bir süre sohbetten sonra, sıra çay içmeye geldi. Hafız İsmail çayını içer içmez müsaade isteyerek oradan ayrıldı. Yolda yürürken saatine dikkatlice baktı. İçinden daha zaman var diye geçirdi. Saraç Ömer’e öylesine uğramıştı ama esas işi sarraf Kadir’leydi.
Sarraf Kadir’in dükkânına yaklaştığında içinden, Allah’ım sen bana yardım et! Diye mırıldandı. Sarraf Kadir’in çevresi çok genişti. Adeta bu şehirde tanımadığı insan yoktu. Yeni bir köyü ancak ona sarraf Kadir bulabilirdi. Bu düşünceler onu yeniden heyecanlandırdı. Dükkâna birkaç metre kala omzundaki heybeyi eline aldı. Heybenin gözündeki küçük bakır helke’yi eliyle kontrol etti. Hiçbir sorun yoktu. Sonra kapıya yöneldi. Sarraf Kadir hafız İsmail’in içeri girdiğini görünce ona; “o hafızım seni hangi rüzgâr attı, buyur hele.” Diyerek karşıladı. Bir süre konuştular. Hafız İsmail heybeden çıkardığı helkeyi, size taze köy yoğurdu getirdim diyerek sarraf Kadir’e uzattı. Sarraf Kadir memnuniyetle hediyeyi kabul etti. Bir müddet müderris Şükrü efendi’den bahsedip, eski anıları yat ettiler. Hafız İsmail, sarraf Kadir’e imam duracak köy aradığını söyledi. Sarraf Kadir bir an düşündü ve “Tamamdır hafızım. Sen bu işi olmuş bil!” dedi. Hafız İsmail’in içi ferahlamıştı. Sevinçten ne yapacağını şaşırmış bir halde, sarraf Kadir’in boynuna sarılarak defalarca teşekkür etti. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.