Hasan Ukdem
Hasan Ukdem Mevlana'nın “Gel” dediği yer

Mevlana'nın “Gel” dediği yer

Şehirlerin kalbinin attığı yerlerin başında ana caddeler gelir. Hem araçlarında seyrüsefer edenler hem yaya olarak bu caddelerde boy gösterenler, o şehrin nasıl bir yüzü olduğunu gösterir. Ancak, modern zamanlarda herhangi bir şehre baktığımızda, dünyanın pek çok şehrinin yüzünü görebiliyoruz. Artık insanlar tek tip yaşamaya başlamıştır çoktan. Gelişmesine, sömürülmesi sebep olan bazı ülke ve şehirleri dışarıda tutarsak bu, dünyanın ekseriyetinde böyledir. Peki bu iyi bir şey midir? Yoksa kötü bir şey midir? Ne yazık ki bu soruya cevabımız olumlu değil. Zira görüntü aynı olsa da insanlığın kemali aynı değildir. Modern insan, kılığını kıyafetini renklendirirken, kendi içinin karanlıkta kaldığını göremiyor maalesef. Hayatlar günün getirdiği konfora yetişmek uğruna, daha çok kazanmak için harcanıp gidiyor. 
 
Şehirlerin ana caddeleri de bu insanlarla renkli görüntülere sahne oluyor. Ama aynı insanlar evlerine çekilip, kendileriyle baş başa kalınca, derin bir yalnızlığın içine düşüyor. Çünkü gösterişe dayalı bir hayatın yorgunluğu işte o zaman ortaya çıkıyor. Bunu daha iyi anlatmak için şunu söylemem lazım sanırım. Düşüncelerine değer verdiğim bilge bir büyüğüm, bir sohbetimiz esnasında, modern kelimesinin anlamını: “yapılan herhangi bir şeyde o işe Tanrı’yı karıştırmamaktır. Yani bir bina yapılırken, bir düğün edilirken, bir kıyafet seçilirken bunu sadece insan nefsinin ve aklının hesabıyla yapmak, herhangi bir dini hassasiyet göstermemek modernliktir.” diye açıklamıştı.  Bu tarif aslında yukarıda anlattığımız renkli görüntülerden sonra gelen yalnızlığın sebebini açıklıyor. Eğer hayatınızdan Allah'ı çıkarırsanız, hiç kimse sizin yalnızlığınızı silemez. 
 
Mustafa Özel’in şu tespiti bu konuda bizi biraz daha aydınlatacaktır diye düşünüyorum: “Servet peşinde koşmanın ikinci ve daha kuvvetli saiki, insanoğlunun rububiyet eğilimidir. Gazali’ye göre, mayasındaki rabbani özellik icabı insan ruhu rububiyeti sever. Rububiyetin anlamı, kemalde eşsiz ve varlıkta tek ve rakipsiz olmaktır. İnsan kamil olmayı başlı başına bir amaç olarak arzular. Ancak, varlıkta tekleşerek kemale erme imkanı olmayınca, bu sefer diğer bütün varlıklara hükmetme yoluyla kemale erme ihtiyacını tatmin etmek ister. İnsanlar üzerinde hakimiyet, onların ruhlarını ve gönüllerini kendine ram etmekle mümkün olur. Böyle bir kemal yoksa, o zaman insanoğlu bunu mal çokluğu ile dengelemek ister.” Evet dünyada hükümranlık kuranların istek ve arzusuna, ruhunu ve gönlünü kaptıranlar, şehirlerin caddelerini sokaklarını aynı renge boyayarak, tek tip insan manzaralarını oluşturanlardır diyebiliriz. 
Oysa her şehrin bir rengi, bir kokusu ve kendine özgü bir dokusu olmalıdır. Bundan otuz kırk yıl evvel Kayseri’nin, Sivas’ın, Adana’nın, Ankara’nın, Konya’nın kendilerine özgü bir görüntüsü vardı. Maalesef son yıllarda, köylünün şehirliden, Kayserilinin Berlinliden, Türk’ün Fransız’dan farkı kalmadı görüntü itibariyle. Peki modernleşme adına girdiğimiz kılık bizi o muasır medeniyetlerin ilmine, teknolojisine erdirebildi mi? Yıllarca erdiremedi, erdiremezdi, çünkü ilmin, irfanın, kılıkla kıyafetle alakası yok.  
 
Son zamanlarda bazı gelişmeler de yok değil, bu gelişmeleri de son dönemde daha yerli düşünerek, milli çıkarlarımıza daha çok sarılmamıza borçluyuz. Savunma sanayimiz, sağlıktaki atılımlarımız ve şehirlerimizin yeşil alan ihtiyaçlarına yapılan yatırımlar hep bu yerli düşüncemizin ürünüdür. Eğer bu düşüncemizi eğitime, ekonomiye ve içtimai hayatımıza da kaydırabilirsek, daha istenilen seviyelere ulaşabiliriz.  
 
Yerliliğimizi ön plana çıkarmadan evrensel olamayız. Herkes kendi pozisyonunu güçlendirirse, güçlü bir devlet oluruz. Köylü, tarımını, sanayici üretimini, okul öğrencisini en iyi şekilde bu ülkenin hizmeti için hazırlarsa, işte o zaman önümüzde kimse duramaz. Ama önce kendi hastalıklarımızdan kurtulmamız lazım. Adaleti temin edip, faizden, hilekarlıktan, kolay para kazanma adına birbirimizi kandırmaktan uzak durmalıyız. Yunus Peygamber’in kavmi helak olacaklarını anlayınca, aklı eren birine gidip bundan nasıl kurtulacaklarını sorduklarında aldıkları, “falanca tepeye çıkın ve aranızda helalleşin, birbirinize geçen haklarınızı iade edin” cevabını aldıklarında, öyle bir helalleşme yapıyorlar ki, evlerinin temellerine koydukları taşları bile çıkarıp sahibine veriyorlar. Ve Allah’a bütün günahları için tövbe ediyorlar. Allah da onları affediyor. Biz de kendi aramızdaki ihtilafları kaldırıp birliğimizi sağlamak zorundayız. Yoksa sadece bir millet değil bütün bir ümmet zararda kalmaya ve zulüm görmeye devam edecek. 
 
Gelin şehirlerimiz yeniden bizim rengimize boyansın, bizim kokumuzu, bizim dokumuzu yaysın bütün dünyaya. Mevlana’nın “gel” dediği yere çağıralım bütün dünya insanlarını... 
 
Sevgiyle kalın. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi