Hasan Ukdem
Hasan Ukdem Araplar'ın güvercinleri -1-

Araplar'ın güvercinleri -1-

Yazıma üç kısa alıntı ile başlıyorum:

Mahalle sözlükte “Bir yere inmek, konmak, yerleşmek” anlamlarına gelen Arapça hall (halel ve hulül) kökünden türetilmiş bir ismi mekandır. Çoğulu ise maşallahtır. Mahalle, devamlı veya geçici olarak ikamet etmek, oturmak için kurulan küçük yerleşim birimidir. Ferit Develioğlu / Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat

Mahalle ile şehir, mahalle ile insan ve çevre arasında çok sıkı bir denge ve ilişki vardır. Bu denge hassasiyetle korunup bozulmamalıdır. Mahalle, şehrin özü, çekirdeği ve aynasıdır.

Mahalleler sokaklardan, şehirler de mahallelerin birleşmesinden meydana gelir. Bu sebeple mahalle yoksa şehir de yoktur. Kadim şehir kültürünün oluşumu, mahallelerde başlar.

Son iki alıntımız Mehmet Ali Uz’un Konya Mahalleleri adlı uzun soluklu çalışmasından alınmıştır.

Evet, şimdi gelelim sadede, kelimelerin peşine düşmez kavramların içini boşaltırsak, elimizde ruhsuz, içi kof, bomboş bir şey kalın. Yukarıdaki mahalle kelimesinin anlamı ve tanımları bile bugün bizlerin neleri kaybettiğimiz anlamında büyük dersler veriyor. Çağın mahallelerini çocukluğumun mahallesiyle kıyasladığım zaman ben bunu somut bir şekilde görebiliyorum. Ancak yeni neslin böyle bir şeyi anlaması için elinde “dün” verisi yok. İşte bu veri hiç değilse soyut olarak oluşsun diye yeni kuşaklar için bu eski mahalle yazılarını ısrarla yazmaya devam ediyorum; etmeye de devam edeceğim inşallah.

Yine çocukluğumun ve gençliğimin mekânı Araplar’a gideceğiz bu yazıda. Toprak damlı, kiremit damlı kerpiç evler ve o evlerin üzerinde renk ren renk uçuşan ev kuşları (güvercinler) geliyor nedense bugün gözümün önüne. Madem öyle bu yazımızda o mahalleyi bu kuşları merkeze alarak anlatalım. Cami kuşuydu çocuk dilimde / O aynı renk kuşların lakabı / Bir de evcilleri vardı eskiden beri / Gölge düşürürdü toprak damlara / Araplar'ın güvercinleri bundan kırk yıl, elli yıl öncesi. Sokakların asfaltı bilmediği, genelde tozlu topraklı, yağmurlu günlerde tepemize çıkan çamurlu mahalle… Gönlümüzün muradı gibi gökyüzünde uçan o ev kuşları ne çok şey ifade ederdi o günkü kuşçulara. Evet, kuşçu derdi mahalleli o havai gönüllü insanlara. Kuşçuların evlerinin avlusunda kuş kümesleri olur, hemen yanında derme çatma bir oturma yeri ve çoğunlukla çay demlenmiş bir çaydanlık bulunur. Kimileri bu anlattığımız yere diğer kuşçu arkadaşlarını da çağırır, kuşlar hakkında uzun ikindiüstleri sohbetleri yaparlardı. Ama bazıları da o alana kimseyi sokmaz, yalnız kendisi yaşardı kuşlarla kurduğu ünsiyeti.

Kiremit çatılarda başkaydı / Rengarenk verdikleri görüntü / Kâh ağırbaşlı kâh serseri/ Kımıldar dururlardı öylece / Araplar'ın güvercinleri benim böyle bir merakım yoktu; hatta bazen bütün mahalleli gibi eleştirirdim bu kuşçu kardeşlerimizi: “ne anlarlar bilmem şu kuşlardan?” diye herkes gibi ben de söylenirdim bazen. Ama gökyüzünde oluşturdukları o güzel manzaranın içinde o kuşları seyretmeyi severdim ben de. Benim esas merakım şiirler, kitaplar ve Fenerbahçe tutkumdu. Ancak mahallenin bakkalı olduğumuz için o kuşçu muhabbetlerine sık sık şahit olurduk. Dediğim gibi benim, babamın ve kardeşlerimin bu konuda bir merakımız yoktu. Yalnız babamın, biz daha küçükken bir kuşçuluk macerası olmuş, onu yazımın ikinci kısmında yazacağım.

Hastaları çoktu mahallede / Arabasını, arsasını verenler olurdu / Havada beş on takla atarsa seri / Damdan dama adam uçururdu / Araplar'ın güvercinleri bu kuşçulukla uğraşan çok fazla insan vardı o günkü komşularımız arasında. Ancak bazılarının şöhreti mahalleyi aşmıştı. Bu kuşçulara bilmediğimiz adamlar gelir, kendilerinden kuş alabilmek için ne çok dil dökerlerdi. Bu muhabbetlerin bazılarına bizim bakkal dükkanında şahit olurdum ve öyle hayretler içinde kalırdım ki bugün bile hala şaşarım. Mesela birinde bizim Ebusuud sokağında ikamet eden kuşçu Dede abi vardı; bir gün onu ziyarete müthiş fiyakalı otomobiliyle bir adam geldi, genç, kara yağız, pos bıyıklı bir adam. Dükkânın kapısından bir ayağını içeri atıp bir selam verdikten sonra bu kuşçu Dede abiyi sordu. Sanırım o sırada Dede abinin oğullarından biri alışveriş yapıyordu dükkânda. Hemen koşarak gitti babasını çağırdı geldi. O genç, kara yağız, pos bıyıklı adam, Dede abiye çocuklar gibi yalvarıyor, “abi ne istersen veririm, istersen şu otomobilli vereyim, al anahtarı senin olsun. Ama ne olur o zitkarayı bana ver, hatta istersen şimdi dursun yavrularında bir çift ver.” Dede abi tövbe olur demiyordu. Adamın giderken ki hayal kırıklığı hala gözümün önündedir.

Devam edecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi