Konya’dan Şanlıurfa’ya şiir yolculuğu -2-
Cihannüma Anadolu Şiir Akşamı bitmiş ve Orman Genel Müdürlüğü misafirhanesine geri dönmüştük. Ben odalarımıza çekilip dinleneceğimizi sanırken bir salonda toplanılmaya başlandı, biz de girdik salona uzunca bir dikdörtgen oluştu ve akşam programı organize edenler ve birkaç eksiğe rağmen şairler bir araya geldik. Cihannüma dernek başkanı Rıza Yorulmaz beyin moderatörlüğünde diyebileceğimiz bir sohbet kıvamında değerlendirmelerin ve şiir hakkında fikir beyanının yapıldığı güzel bir toplantıydı bu. Organizasyonun nasıl devam edeceğinden, hece şiiri, serbest şiir karşılaştırmalarına kadar birçok konu konuşulmuş oldu. Şiire gönül vermiş biri olarak memnun olduğumu söylememe bilmem gerek var mı?
Ertesi sabah erken saatlerde yapılan kahvaltıdan sonra bir otobüsle Göbeklitepe ve Harran Üniversitesi kalıntılarının gezisine katılmak için bulunduğumuz mekândan çıktık. Burada benim için çok güzel bir olay gerçekleşti, kocaman bir otobüs yanaşmıştı kapının önüne, akülü arabamla yaklaşıp, nasıl bineceğimizi düşünürken, şoför araçtan indi ve otobüsün sağ tarafına yöneldi ve oradan bagaj gibi bir yeri açtı, içerisinden bir uzantı çıktı ve önümde açılıverdi. Bu bir asansördü, büyük bir sevinçle ve de rahatlamış bir şekilde araca bindim. Benimle birlikte inip binmeme yardımcı olan Yakup Çak ve diğer arkadaşlarım da çok mutlu oldular, hatta inerken Tayyar Yıldırım video bile çekti. Neyse önce Göbeklitepe’ye vardık, burada da akülü arabam için önemli bir sorun yaşamadık. Önce bir simülasyon niteliğinde bir yere girdik ve tarihte yolculuk yaptık bir nevi. Ardından kısa bir yolculuktan sonra kalıntıların olduğu bölgeye gittik. 12 bin yıl geriye gidildiğini anlattı rehberimiz buradaki çalışmalarla. Farklı duygular yaşatıyor insana tabi bu geçmişin ortaya bir görsel olarak çıkarılması. Buradan sonra Harran Üniversitesi kalıntılarının bulunduğu yere geçtik ve aynı duygular burada nüksetti içimizde. Bu şehir içi yolculuklarımızda şairlerin kendi seslerinden dinlediğimiz şiirleri de yazmam lazım, gerçekten farklı duygular, farklı güzellikler aşıladı içimize o şiirler.
Saat üç gibi Milli Eğitip Müdürlüğünün verdiği yemeğe katıldık ve vedalaşma zamanı geldi çattı. Güzel bir şeyi yaşamanın tadı, ayrılığın burukluğu arasında gelip giden duygularla ve bir dahaki programlarda buluşma temennisiyle ayrıldık şair arkadaşlarla. Akşam Şanlıurfa’nın bedesten ve bakırcılar çarşısını gezdik Konyalı beş şair olarak. Ufak alışverişler yaptık. Dönme vakti gelirken Salih Sedat Ersöz hocam: “Urfa’ya gelip de lahmacun yemeden gidersek bizi döverler Konya’da. Karnımız tok ama gelin bir yerde tadımlık da olsa lahmacun yiyelim.” dedi. Bir yere oturduk, çiy köfte ve lahmacun söyledik ve yine çok güzel bir sohbete daldık. Önümüze konulanlar bitmiş haberimiz yok. Oranın sahibiymiş, bir abi geldi, “siz ne güzel sohbet ediyorsunuz, durun ben size çay getireyim.” dedi ve biraz sonra beş çayla döndü. Onunla da kısa bir sohbet yaptık ve kaldığımız mekâna döndük. Bütün şairler gitmişler sadece biz Konyalılar kalmıştık misafirhanede.
Ertesi sabah yine erkenden kalkıp Balıklı Göl’ün yanındaki camide namazımızı kıldık ve orada bir mekânda 500 yıldır aralıksız devam ettiğini öğrendiğimiz bir zikir ritüeline katıldık. Bir saat on beş dakika kadar süren bu zamanda, içimin yıkandığını, sese dönüşen her esmada, her duada ruhumun hafiflediğini hissettim. Orada, o güzelliği yaşayan ve yaşatan bütün kardeşlerime Allah uzun ömürler ihsan etsin. Zikirden çıktığımızda hepimizin gözlerinde farklı duyguların yansıması vardı. Sabahın taze havası, şuraya buraya konmuş güvercinler ve oracıkta bir yerde her sabah kaynayan ve de gariplere, yolculara meccanen sunulan çorba. Şanlıurfa’dan kalan son sahneler bunlar oldu. Otomobilimize bindik, dönüş yoluna düştük. Ancak yolda Halfeti’ye uğrayacaktık buralara kadar gelmişken.
Halfeti’ye geldik, pırıl pırıl bir hava vardı. Bir tekne turu yapalım derken kendimizi bir teknede, ışıl ışıl parlayan Fırat’ın sularında bulduk. Akıp giden suya uzaktan kıyıdan bakan dağlar, suyun altında kalan ön üç köy ve o sulardan başını uzatmış bir minare… yine farklı duygular, yine insanın şairliğini kışkırtan ilhamlar. Hepsi ayrı ayrı ve uzun uzun anlatmayı hak eden yerler, insanlar ve hikayeleriyle öylece uzanıp yatmış bir coğrafya.
Tadı damağımızda kalan bir macera ve dönüş yolumuz. Aslında bir yazı daha çıkar buradan ama biz tadında bırakalım. Sevgiyle kalın.