Adaletin bu mu Türkiye?
Gerçekten tuhaf bir ülkeyiz. Bazı şeylerden sokaktaki vatandaştan siyasetin tepe noktasındaki isimlere kadar herkes şikâyetçi oluyor ama iş çözüme gelince o basit çözüm nedense sağlanamıyor, daha doğrusu sağlanmıyor. Adalet sistemimizden, verilen cezalardan kimse memnun değil. Fakat yıllardır ceza kanunumuz nedense değişmiyor. Cezaevlerimizin kapasitesi bir türlü artırılmıyor. Suçu işleyen it, kopuk bazen hiç cezaevine girmeden bazen de üç, beş ay içeride kalıp sonrasında kaldığı yerden devam ediyor…
İstanbul’da 15 yaşında katledilen Mattia Ahmet Minguzzi’nin katillerinin yargılanmasına başlandı. Katiller ve ailesi o kadar pişkin ki günlerdir yapmadıklarını bırakmadılar. Ahmet’in ailesi tehdit edildi, yetmedi dava günü mezarı tahrip edildi. Adamlar aşiret gibi hareket ediyor. Onlara kalsa çocukları bir anlık öfke ile cinayeti işledi. Fazla büyütülecek bir şey yok. Kan parası ile falan bu iş çözülebilir(!) Bazı şeyleri söyleyince ırkçı diye yaftalanıyorsunuz, mesele başka tarafa çekiliyor ama umurumda değil.
Suçlunun memleketi olmaz. Konyalı, Ankaralı, Diyarbakırlı ya da Şanlıurfalı olması sadece detaydır. Diğer yandan Doğu’dan Batı’ya göç eden insanların bir kısmı taşındıkları şehre uyum sağlamak yerine kendi âdetlerini yaşamaya 2025 yılında bile devam etmek istiyor. Şehirde aşiret düzeniyle hareket ediyorlar. Bir kavga mı oldu, suçlu, suçsuz olmaları önemli değil, olay yerine hemen kardeşler, amcaoğlu, dayıoğlu, hala, teyzeoğlu artık kim varsa damlıyor. İstanbul’un en çok suç işlenen ilçelerine, mahallelerine bakın ne demek istediğimi anlarsınız. Kendi aralarındaki meseleleri ise aman kimse duymasın diye örtbas ederek aile meclislerinde hallediyorlar.
Narin cinayetini günlerce konuştuk. Olayın içinde anne, amca, ağabeyin olduğu ortaya çıktı. Her şeye rağmen gerçeği tam anlamıyla öğrenemedik. Narin görmemesi gereken bir şeye şahit olduğu için öldürülmüş olabilirmiş. İyi de ne? Yapan, beceren utanmıyor, gündüz kuşağında her gün daha beterleri ekrana getiriliyor da biz bunu mu konuşamıyoruz? Narin cinayetinin bir benzerinin 11 yıl önce Şanlıurfa’da işlendiği ortaya çıktı. O zaman 6 yaşında olan Zehra benzer bir şekilde öldürülmüş, dosya kapatılmış. Şimdi tekrar açılan dosya ile üvey anne, amca, yenge ve amcaoğlu tutuklanmış. Zehra’da yüzde yüz görmemesi gereken bir şeye şahit oldu ama ne? Bu başıbozuklukla gidilebilecek bir yer yok…
Caydırıcı cezaların olmadığı bir yerde herkes kafasına göre suç işlemeye devam eder. Adalet sistemimizin sert olması gerekiyor. Biz de ise suçluyu içeriye atmamak, içerdekini de mümkün olduğunca az tutmak için özel bir çaba sarf ediliyor. Böyle yapılınca da 15 yaşındaki bir çocuk İstanbul’un göbeğinde gündüz gözüyle öldürüyor. Katillerinde ise zerre miktar pişmanlık yok. Çünkü en kısa zamanda çıkacaklarından eminler. İlk önce kullandığımız yumuşak, saçma dili değiştirerek başlamalıyız. Eskiden taciz, tecavüz bunu yapanlara da tacizci, tecavüzcü denirdi. Şimdi cinsel istismar diye bir şey uyduruldu. Yetmedi suça sürüklenen çocuk diye başka garabet bir kavram icat edildi. 15, 16 yaşında, adam bıçaklayana çocuk denilmez nokta… Sanki çocuk suç işlemek istemiyormuş da zorla yaptırılmış… Bu sözde çocuklara yetişkinlere ne ceza veriliyorsa aynısı verilmeli. Suça sürüklenen çocuk varsa mutlaka sürükleyen de vardır. Cezaların bir kısmını anne, babaları çeksin. Bazı şeyler öyle tavşan gibi üremekle olmuyor…
Daha önce kaç kez yazdım bilmiyorum ama değişen bir şey olmadığı için tekrar edeyim. Benim adalet anlayışım net. Ülke nüfusumuz ortalama 85 milyon. 85 milyonun huzurlu bir şekilde yaşaması için gerekirse 850 bin kişi yani nüfusun yüzde biri cezaevinde olacak. Türkiye’deki cezaevlerinin kapasitesi ortalama 300 bin. İçerideki kişi sayısı ise 340 bin civarında. Artık şu saçmalıktan kurtulmalıyız. Cezaevindeki herkes düşünce suçlusu değil. İçeride fazla kişi var diye dünyaya rezil olmayız. Sırf böyle düşündüğümüzden dolayı it, kopuk sokakta elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Bugün kime çatsam diye aranıyor. Gözümüzden sakınarak büyüttüğümüz evlatlarımızı, başına bir şey gelir endişesiyle tek başına sokağa bırakamıyoruz.
Ceza kanunu bir an önce değiştirilmeli. Caydırıcı cezalar yok. Trafik kazaları cezası ise evlere şenlik. Birini öldürmek istiyorsan araba ile ez geç. En fazla üç, beş yılda dışarıdasın, bu kadar basit. Mattia Ahmet, Narin, Zehra ve ismini sayamadığımız cinayetlerin sorumluları bellidir. Öncelikle meclisteki 600 milletvekili, Adalet Bakanımız, hâkim, savcı ve avukatların tamamı bu cinayetlere ortaktır.
Hâkim ve savcılarımız yasaların yetersiz olduğundan, ellerinden bir şey gelmediğinden şikâyetçi. Şikâyet etmekle olmuyor. Ceza kanunun değişmesi için ülke genelinde sadece bir gün bütün hâkim, savcı ve avukatlar bulundukları şehirde iş bırakıp, yürüyüş yapsalar yeterli olur. Bunu yapamıyorlarsa şikâyette etmesinler, işlenen her suça ortak olmaya devam ettikleriyle kalırlar. Biraz sert mi oldu, inanın umurumda değil. Her gün saçma sapan gerekçelerle işlenen cinayetlerden, verilen komik cezalardan bıktık usandık. Yukarıdaki saydığım kişiler aynı şey kendi evlatlarının başına gelirse nasıl tepki verirler önce onu düşünsünler. Çözüm basit, bir an önce ceza kanunumuz değiştirilmeli. Ardından önümüzdeki yıllarda nüfus artışımız da göz önünde bulundurularak cezaevlerinin kapasitesi bir milyona çıkarılmalı. İstenirse TOKİ bunu altı ayda yapar… Aksi hâlde aynı şeyleri konuşmaya devam ederiz.