Şiirle geçen kırk yıl
22 Nisan Salı akşamı Aydınlar Ocağında şiirimin 40. Yılı saygı gecesinde şehrimizin kültür insanları ve şiir severlerle bir araya geldik. 40 yıl önce başladığım şiir ve yazı hayatımın bir özetini yapmaya çalıştım. Öncelikle Başkan Mustafa Güçlü ’nün nezdinde Aydınlar Ocağı yönetimine böyle bir geceyi tertipledikleri için teşekkür ederim. Kırk yıl insan hayatı için gerçekten de çok farklı bir öneme sahip. Hele ki bu şiir gibi sanatın müstesna bir tarafını kapsıyorsa daha da önemli hale geliyor.
Maceranın başladığı o güzel nisan gününü hatırlıyorum. Henüz on sekiz yaşındayım. İçimde yeşeren bir bahar ve karşımda bana bakan simsiyah bir çift göz, ardından dökülen mısralar: Güzel gülün bahçesinde / Aşık bülbülün sesinde / Kaf Dağı’nın ensesinde / Hep seni Aradım sevgilim. Evet, ilk şiirin doğumu ve aşk gibi yüce bir duygunun içimde uyanışı. O günden bugüne uzun gibi görünse de nasıl geçiverdiği anlaşılmayan bir zaman dilimi. Konuşmamda da belirttiğim gibi yazmak isteyenin çok okuması gerekliliği ve bu okumanın sadece yazılı olanı değil bütün bir kâinatı ve o kâinatın içinde yer alan her şeyin hal dilini de kapsaması. Yaptığın işe saygı, o iş için verilmesi gereken emek. Şiirin bir hüzün tarafı, bir dert edinme adeti vardır, bunu herkes bilir. Ama bir de insanın içine iyi gelen bir tarafı vardır. Ben şiirle tanıştığım o ilk andan itibaren bunu iliklerime kadar hissettim hep.
Aydınlar Ocağının adıma tertip ettiği bu gecede, beni yalnız bırakmayan Aydınlar Ocağı Salı sohbetleri müdavimlerine ve her zaman ardımda olduklarını bildiğim Selçukyalı dostlara teşekkür ediyorum. Program sonunda kitap hediyesinde bulunuldu bana ve o kitapların içinden eski ama bir o kadar da değerli bir roman çıktı.
ZEHRA, NABİZADE NAZIM
Aydınlar Ocağında 40. Sanat yılı saygı gecesinden sonra Başkan Mustafa güçlü bir küçük çanta kitap hediyesini bulundu. Bu kitaplara bakarken içlerinden Nabizade'nin Zehra romanı çıkınca eski bir tanıdık gibi içimde farklı duygular uyandırdı. İstanbul'da Remzi kitapevi'nde Mustafa Nihat Özün tertibiyle 1954'de basılmış. Daha önce Türk Klasikleri serisinde okumuştum. Ancak tekrar okumak icap ediyor artık.
Sizlere kitabın girişinde yer alan ve okurken gözlerimi nemlendiren Nabizade Nazım'in kısa biyografisini sunuyorum. Geçmiş geçmişte kalmasın diye.
Nabizade Nazım'in doğduğu yıl kesin olarak bilinmiyor. Öldüğü zaman 'otuz yaşlarında' olduğu gazeteler yapmışlardır. Buna göre 1869 ile 1863 arasında doğmuş sayılabilir. Ailesi hakkında çok bir şey bilmiyoruz, yalnız kendisinin yazmış olduğu bazı anılarından, küçük yaşta iken anasını kaybettiğini, birkaç defa baba evinden kaçtığını, babasının kendiyle ilgilenmediğini, Kulekapısı'nda oturan dadısına sıgındığını öğreniyoruz. Tophane'deki Fevziye okulunda okumaya başlamış; 1875 sularında Beşiktaş Askeri Rüştiyesine gittikten sonra da Mühendishane-i Berri-i Hümayun İdadisine geçmiştir. İdadi bölümünde üç yıl okuduktan sonra üç yıl da yüksek sınıflarında okumuş ve 1883'de topçu asteğmeni olarak da okuldan çıkmıştır. Okulundan çıktıktan sonra Harb Akademisine girmiştir. 1885 yılında yüzbaşı olarak akademiyi tamamlamıştır. Harb okuluna öğretmen tayin edilmiş, 1887'de kolağası olmuştur. İki yıl sonra İstanbul'a dönmüştür. Resmi hayatı hakkında bilinenler bu kadardır. Kendisi kemik veremine tutulmuş, acıklı günler geçirmiştir; 1892'de Haydarpaşa'daki Askeri hastaneye yattı, bir yıl kadar burada kaldı. 5 Ağustos 1893'de bu hastanede öldü. Ölümünden iki yıl önce evlenmişti.
Evet, yazarımız hakkında bilgiler kitabın girişinde böyle verilmiş.
Artık sıra Zehra romanını tekrar okumaya geldi.
Okumak ve yazmak böyle bir şey işte, bir yerde bir kitap çıkar karşınıza ve eski bir ahbapla karşılaşmış gibi mutlu olursunuz. Hayatta iyi ki şiir var, okumak var, yazmak var. Kalan ömrümüzü bilemeyiz elbette ama ne kadar kalmış olursa olsun içinde mutlaka şiir olsun dileğimi bir kez daha yinelemek isterim. Umarım bu yazıyı okuyan sizler de bundan sonra böyle güzel duygular yaşarsınız.
Sevgiyle kalın.