Ömer Kocabaş
Ömer Kocabaş Eylül sayıklamaları

Eylül sayıklamaları

Freni boşalmış bir kamyon gibi ilerleyen günümüzde mevsimlerinde bir anlamı kalmadı. Korona aşağı korona yukarı derken bir de baktık ki bahar, yaz derken sonbahar gelmiş. Bize pompalanmaya çalışılan hayata bakacak olursak mevsim dediğinizde nedir ki varsa yoksa korona…

Aslında her şey sağlık havucunu yıllar önce yutmamızla başlamıştı. Suyu yavaş yavaş ısıtılan kazanın içindeki kurbağa misali alıştırılarak bugüne getirildik. Şimdi ise korona sayesinde önce sağlık diyerek bir bilinmeze gidiyoruz. Elbette önce sağlık, buna aklı başında olan kimse itiraz etmez. Lakin sadece sağlığın olduğu ot gibi bir hayat mı yaşamak istediğimiz önce buna bir cevap vermeli.

Adam gibi içini doldurup, anlam katarak yaşanılan bir hayat mı yoksa etliye sütlüye karışmadan bir kenarda saksı gibi geçirilen bir hayat mı? Böyle deyince koronayı küçümsediğimiz falan sanılıyor. Resmen üzerimizde bir baskı var. Resmi söylemi papağan gibi tekrar etmemiz bekleniyor. Tamam, koronaya önlem alalım da diğer taraftan hayat gidiyor. Şaka gibi bir altı ay yaşadık, önümüz ise karanlık. Kasımdaki Amerika seçimlerinden önce Amerika, Çin veya Rusya’nın bir süper kahramanlık yapmasına kilitlendik. Dünyanın itiraz etmeden beklemesi isteniyor. Hayattaki tek gerçek koronaymış gibi davranmamız bekleniyor. Sorgulama, mantık aramak yok, yasak…

Önce sağlık deyince akan sular duruyor. Ekonomiden bahsedecek olursan paragöz oluyorsun. Koronadan başka hastalıktan bahsetmekte yasak. Korona çok iyi bir şey. Bakın Sağlık Bakanımız koronaya aldığımız önlemler sayesinde gripten de kurtulduğumuzu söylüyor. Bir taşla iki kuş. Korona kendi ekonomisini de oluşturalı çok olmuştu. Fakat insanız, ister istemez yuh diyeceğimiz şeylerle karşılaşmaya devam ediyoruz. Geçen gün bir reklam gördüm. Tanıtılan krem aşırı sabun ve dezenfekten kullanmaktan tahriş olan cildimizi besleyip, yumuşatıyormuş. Yani her şeyin bir çaresi var yerseniz…

Sağlık çalışanlarına sevgimiz, saygımız fetişlik boyutuna ulaştı. Hepsine evliya muamelesi göstermemiz bekleniyor. Kötü doktor, hastasına üsten bakan, azarlayan, ilgilenmeyen doktorlar, sağlık çalışanları bir anda tarih oldu. Bütün sağlık çalışanlarına koronayla ilgileniyormuşlar gibi davranmamızı istiyorlar. Sorgulamak yasak. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da sağlık çalışanları saldırıya uğradı. Sanki linç ediliyorlarmış gibi bir hava estirildi. Yanlış anlaşılmasın saldırıyı küçümseyip, önemsizmiş gibi göstermeye çalıştığım yok. Fakat ailenin hastaneyi dağıttığına dair sosyal medyada yayınlanan fotoğrafların bir kısmının 2017 yılında ABD’deki bir hastanede çekildiğinin ortaya çıkmasını da mı görmezden gelelim. Cenazelerini kaldırmadan tutuklanan insanları da normal mi kabul edeceğiz? İsveç’te uygulanan sürü bağışıklığı sistemiyle önlem alan ülkelerin arasında benzer sayıda ölüm oranlarının olduğunu falan görmezden gelmek lazım. Korona lobisi affetmez…

Tutturduk bir yeni normal. Bu yeni normalin dışında kalanları ne yapacağız. Elimizden kayan hayatı. Sakatlanan ilişkilerimizi. Akraba ziyareti yok. Arkadaşlarla eskisi gibi dertsiz tasasız saatlerce oturmak yok. Cami cemaati kalmadı. Namazı mümkün olduğunca hızlı kıl ve kaç. Hatta Cuma namazı dışında camiye uğrama… Bu tarz değerlerden bahsedecek olursan gayet klişe bulunuyorsun, başka hiç mi derdin yok deniliyor. Bir adım ötesinde her akşam açıklanan rakamlardan gözünü ayırmaman bekleniyor. “Bak bugün de kaç kişi ölmüş, ne kadar yeni vaka var. Bunlar gerçek rakamlarda değil, sen bunu en az onla çarp”. Dünyada ortalama sekiz milyar insan yaşıyor. Koronadan ölen sayısı yeni bir milyon oldu. Aynı dünyamızda çeşitli hastalıklardan altı ay içerisinde ölenlerin sayısı bunun kat ve kat üzerinde. Çalışma sistemimizin değişmesinden dolayı günleri karıştırır olduk. Artık iki gün var. İşe gidilen günler, evde kalınan günler. 65 yaş üstü de pek bir dayanıklı çıktı. Bir türlü ölemediler… Bozulan psikolojiler, yaşanılan travmalar korona sonrası gündeme gelecek. O zaman da psikologlarımızı alkışlayacağız.

Söylenecek o kadar çok şey var ama boşuna. Zaten bunların çoğunu yüksek sesle söylemeye cesaretimiz bile kalmadı. Ancak kendi kendimize sayıklayabiliyoruz. Üstümüze gelmeseler ben de sorarım dört kişilik bir ailenin kendi özel araçlarında neden maske takmak zorunda olduklarını…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ömer Kocabaş Arşivi