Revizyon, reform yol ayrımında yükseköğretim kanunu
4 Kasım 1981’de kabul edilen 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu 12 Eylül Askeri rejiminin Türkiye tasavvurunun Yükseköğretim boyutunda yansımasıdır. Bu Kanun, Güvenlik ve Özgürlük denkleminde güvenlik ve özgürlüğün bileşik kap olarak değerlendirildiği ve güvenliği önceleyen bir zihniyetin kodifikasyonudur. Bu şaşı bakış, 40 yıllık süreçte özgürlükler ihmal edilmekle kalmamış, güvenliği de imha eden bir sonuç üretmiştir.
Yasanın kabul edildiği 1981 yılı öncesinde Türkiye’de toplam 19 üniversite vardı. 1982’de kurulan 8 üniversite ile toplam üniversite sayımız 27 olmuştu. Bugün 78’i Vakıf Üniversitesi olmak üzere 207 üniversite vardır. 1982’de 250 Bini zar zor bulan öğrenci sayımız, bugün 8 Milyona yakın, 1982’de 20 Bini bile bulmayan akademisyen sayımız, bugün 175 Bine yakın ve bunun 90 Binden fazlası öğretim üyesi…
Sayıların bize ifade ettiği 2547 Sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği koşullar çok değişmiştir. Türkiye eski Türkiye değildir.
2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu 68 madde ve 81 Geçici madde ile 121 sayfadan oluşan bir metin olarak değişmeyen maddesi kalmadı. İlki yayınlandıktan 6 ay sonra yapılan değişiklikten sonra bugüne kadar 84 Kanun, 21 Kanun Hükmünde Kararname, 10 Anayasa Mahkemesi Kararı ile Yükseköğretim Kanunun değişikliğe uğramamış maddesi yok gibidir. Hatta bazı maddeleri defaatle değişikliğe uğramış, yamalı bohçaya dönmüştür.
Söylemek istediğim hastalıklı zihniyetin mahsulu bir metin olarak 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunun biçim bütünlüğü de bozulmuştur. Böylesi zihniyeti hastalıklı, biçim bütünlüğü bozulmuş, yayınlandığı tarihteki koşulları değişmiş bir Kanunda yapılacak revizyon ile 2023 Türkiye’sinin Yükseköğretim sistemi yönetilemez. Bu Kanun’da revizyon değil topyekun bir reforma ihtiyaç vardır, yeniden yazıma ihtiyaç vardır. Zaten revizyon sayılabilecek onlarca değişiklik yapıldı ama sorunu çözmeye yetmedi.
Toplumun en muhafazakar kesimini oluşturan üniversitelerimizin ve bunun çatı örgütü YÖK’ün iç dinamikleri ile böylesi kapsamlı bir reformu başaramayacağı açıktır. Ancak yine de Yükseköğretim Sisteminin çatı kuruluşu YÖK’ün ortak aklı arayan bir bakış açısı, tüm paydaşlara alan açarak 2547 Sayılı Kanunu tartışmaya açması ve siyasi iradeye rehberlik etmesi mümkündür.
Bu sürecin en temel parametresi katılımcılık olmalı, hiçbir düşüncenin ve hiçbir grubun dışlanmasına izin verilmemelidir. Hatta öyle ki en aykırı düşüncenin bile ifade edilmesine imkan verilmelidir. 'Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar.' Hikmetine tam bir teslimiyet gösterilmelidir. Bu çerçevede her bir üniversitede tüm toplumsal kesimlerin hususende alan STK’larının etkin katılımı ile bölgesel çalıştaylar ile oluşan raporlar 2023 ve 2071 Türkiye’si Yükseköğretim Vizyonu metnine kaynaklık edebilir. Bu Vizyon Belgesi de Yükseköğretim Kanunun çerçevesini belirler ki vizyon metni ardından kanunun hazırlanması siyasi irade açısından teknik ve hukuki bir süreçten ibaret olacaktır.
Tabi bu süreçte siyasi iradenin karar vermesi gereken en önemli ve öncelikli husus Yükseköğretim sisteminin kim tarafından ve hangi örgütsel modelle yönetileceği sorunudur.
Halen koordinatör çatı yapı olarak kurgulanmış ancak koordinasyon boyutunu çoktan aşmış Yükseköğretim Kurulu benzeri bir yapı üzerinden mi yönetilmeli veya Yükseköğretim sistemi bakanlık yapısı üzerinden mi yönetilmelidir?,
Bakanlık yapısı kurgulanacak ise Yükseköğretim Kurulu’nun işlevi ne olmalıdır?
Yükseköğretim Bakanlığı bilgi üretme (araştırma), bilgiyi transfer etme (eğitim/öğretim) hizmet sunumu fonksiyonlarını hangi örgütsel formda gerçekleştirebilir?
Öncelikleri ne olmalıdır?
Bu tercihlerin olumlu olumsuz yönleri detaylı olarak tartışılmalıdır.
Bizim önerimiz…
Elbette var;