Hasan Ukdem
Hasan Ukdem Çöpçü ardıçkuşları

Çöpçü ardıçkuşları

Parkın bankına oturmuş hem yanından geçen insanlara bakıyordu. Ama bu bakışlar çok değişikti, düşünüyor, tartıyor ve bir yargıya varıyordu mavi gözlerinden sızan bu bakışlar. Selam verdim oturdum yana. Selamımı aldıktan sonra: “Ne o evlat birine mi benzettin?” diye sordu. Kendisini bir süredir gözlemlediğimi, bakışlarının bir şeyler söylediğini ama çözemediğimi söyledim. “Psikolog musun, yazar mısın?” dedi gülerek. İkincisi dedim. Gülmesi ansızın kesildi ve bana manalı manalı bakarak: “Bak evlat” dedi. “Şehir hayatı insanları fıtratlarının dışında bir yaşantıya sürükleniyor, şu şişman insanlar çok yiyor, az çalışıyorlar. Şu kâğıt toplayanlar sağlıklarını hiçe sayarak akşama kadar koşturuyorlar. Şu kadınların evlerinde çamaşır, bulaşık makinaları ve bilumum alet edevat olduğu için boş zamanlarını zahmetsiz sohbetlerle, gezmelerle uğraşıp duruyorlar. Şu adamların altlarındaki arabalar onların harekete de ihtiyaçları olduğunu onlara unutturuyor. Kısacası bedenen rahat gibi görünen bu insanlar ruhen yorgunlar ve buna bağlı olarak da stres altında yaşıyorlar” Konuşması bitmemişti ama bir an durunca: “Peki ne olacak, hayatı mı değiştirelim bey amca?” diye bir soru sordum. Adam içini uzun uzun çektikten sonra: “Hayatı değiştirmek zor evlat” dedi ve devam etti: “Ama biraz düşünmemiz lazım, biraz eskileri dinlememiz lazım ve toprağa dönüş yapmamız lazım” Yine biraz durdu ve: “Bak sana bir hikâye anlatayım, bir Ankara’da bir işim vardı, gittim hallettim ama işim uzamıştı, dönüş için aldığım biletimi değiştirmem gerekiyordu. Öğle arasında Sıhhiye’deki otobüs yazıhanesine gidip biletimi erteletmek için acele ediyordum. Kalabalıkta koşarken çarpıştık o yaşlı adamla. Sendeledi, elindeki büyük sepette bulunan tahta kaşık, masalar yola saçıldı. Sanırım Belediye zabıtasından kaçıyordu. Heyecanlanmış, rengi solmuş, nefes nefese kalmıştı. Sakinleşmesi için koluna girip yol kenarındaki banka oturmasını sağladım. Savrulan kaşık ve maşaları toplayıp ben de yanına oturdum. Sepetten dağılanları yerine dizip, bir yandan da “Bırakmıyor su Belediye zabıtaları üç kuruş para kazanalım, eve katkımız olsun” diyerek söyleniyordu. Tahta kaşıkları sepete koyarken yardım etmek istedim. “Dur hele, Şimşir ve Ardıç olanları diğerlerine karıştırma” diyerek bana engel oldu.

“Hepsi tahta kaşık işte ne fark eder?”

“Olur mu beyim? Şimşir ve Ardıç ile Ihlamur, Gürgen bir olur mu?”

“Bilmem… Görsem ağaçlarını bile tanımam herhalde. Ne fark var aralarında?”

-Ardıç, Şimşir sert ağaçtır, kolay bırakmaz kendini isleyesin. Zordur Ardıç’tan kaşık çıkarmak ama, evladiyeliktir, senelerce kullanırsın. Ihlamur, Gürgen ise yumuşaktır, kolay islersin ama çabuk yumuşar, dayanmaz.” Sivas in Hafik ilçesinde çiftçilik yaparken sağlık sorunları nedeniyle kızının yanına Ankara ya yerleşmiş. Evin geçimine katkısı olsun diye tahta kasık ve masa yapıp işportada satıyormuş. Ardıç ağacının zor bulunduğundan yakındı. Elindeki maşayı eliyle okşayarak; “Ardıç kuşu ağacını terk etti, bir araya gelmeleri çok zor artık” dedi.

Anlamamış gözlerle bakmış olacağım ki açıklama yapma ihtiyacı duydu.

“Beyim Ardıç kuşunu bilmez çoğumuz. Ardıç ağacı yabanidir, öyle tohumundan üretemezsin. Ağacın üremesi meyvelerinin Ardıç kuşu tarafından yenilip pisliği ile atılmasına bağlı. Ağacın tohumu ancak o zaman filizlenebilir hale gelir.”

“Yani bu kus olmazsa Ardıç ağacı üreyemiyor, öyle mi?”

“Evet, aynen öyle. Bunlar birbirine mahkûm sevdalılardı.”

“Peki sonra ne oldu, kuşlar mı azaldı?

“Kuşlar azalmadı hatta çoğaldılar bile. Ama şehirler büyüdükçe çöplükleri de büyüdü. Kuşlar Ardıç ağacının meyvelerini yemektense çöplükten beslenmenin daha kolay olduğunu keşfettiler. Ardıç kuşu ağacını unuttu, şimdi kentlerin, kasabaların çöplüklerinde yaşıyorlar. Ardıç ağaçları ise kayboluyor gözümüzün önünden. Herkes Ardıç kuşu gibi, zahmet çekmektense kolay geçinmenin, kolay yaşamanın yolunu arıyor, ardına bakmıyor. Bu yüzden şehirleri seçiyorlar. Biraz paran olsun, emek vermeden yaşayıp geçip gitmek mümkün bu şehirde.”

“Ne var bunda, şehirler hep böyle?”

“Bir süre daha konuşmadan oturduk o bankta. Ardıç ağacından yapılmış bir çift kaşık almak istedim. Gazete kağıdına sarıp uzattı. Söylediği fiyattan fazla para vermek istedim, ederinden fazlasını almadı. İpini omuzuna atıp sepeti kucakladı, helalleştik. Ağır adımlarla yürüyerek şehrin kalabalığında gözden kayboldu. İşte o günden beri insanlarla ardıç kuşlarını düşünür ne çok benzediklerine üzülürüm” dedi. 

Adamın yanından ayrılırken “O ardıç kaşıklar kadar evladiyelik bir öğüt oldu bu anlattığın hikâye bey amca” dedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi