Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Çok Kalabalığız

Çok Kalabalığız

Yok, sayıdan, nicelikten, fert olarak çok oluşumuzdan bahsetmiyorum, nüfusun artışından ya da azalışından açmayacağım mevzuyu. Kaldı ki nüfus meselesi hayati ve ehem bir mevzu lakin bu başlık için bahsi diğer. Nedir peki dediğim serlevhada; bizatihi “ben” olarak “birey” olarak çok kalabalığız azizim.

Durmaya ayarlanmış bir kalbi, emaneten taşıyor oluşumuz yaşamak dediğimiz misafirliğin şahidi olarak yeter sebep. Aynı kalbin, duruncaya kadar tadacağı ve hissedeceği ne varsa bizzat bizimle birlikte farkına varıyor olacağı da mutlak gerçek. Kendimizin farkında olmaya başladığımızdan beri ne hissetmişsek hangi duygunun esiri olmuş, hangi hayali kurmuşsak kalbimizle yaşadık.

Yaş ilerleyip geride kalan günler çoğaldıkça; tanıdığımız yüzler, kurduğumuz ilişkiler, yolda karşılaştıklarımız, yolu ayırdıklarımız da çoğaldı. Hayatımıza öylesine girenler olduğu gibi kendiliğinden çıkanlar da oldu. Kavga ettiklerimiz, unutup gittiklerimiz, unutmayalım diye fotoğraflar çektirdiğimiz birileri vardı, karşılaşmayalım diye yol değiştirdiğimiz de oldu, yüzümüzü görmemek için şehir değiştirenler de. Gidenlere diyecek iki çift lafımız kaldı, hasret kalıp iki satır şiir yazdığımız da…

İlgilerimiz, hayallerimiz, pişmanlıklarımız, hoşlandıklarımız “beni” ben yapmaya devam etti. İnandıklarımda vardı, hepten karşı durduklarım da. Kâh bir kuşun ötüşüne hayran oluyordum kâh bir türküye. Çayını içmek için onca yol tepiyordum ahbabın, kahve bahane, bir tutam sohbetti beklediğim. Gün geliyor sarmaş dolaş olduklarımla kavga ediyor gün geliyor şaşırıyordum olan bitene hem de hayretle. Babalık rolünü üstlenirken evlat idim, annemin çocuğu olarak yaşarken anne olmuştum. Ağabeydim, ablaydım, amca, dayı… Yolcu idim son trende, dilenci idim kalabalık şehirlerde… Birinin dostu yoldaşı birinin hasmı düşmanı…

Benliğimi inşa ederken tanıştığım ne kadar insan varsa hayatımda, kimi çıkıp omuz verdi kimi de paçalarımdan çekti. İsimler silindi belki rehberden, yüzleri hayal meyal zihnimde lakin azizim kim gelip geçmişse gönül yurdundan, kim dokunmuşsa gönül kapısına, kim çalıp gitmişse penceremdeki çiçekleri, kim bir şiir bırakmışsa posta kutuma… Hepsi ve hepsi bir iz, bir his, bir tat bıraktı. Kimisi ağız tadı oldu, kimisi dil yarası, kimisi de gönül acısı…

O değil de hani “beni” kendileri gibi şekillendirmeye çalışanlar var ya… Hani söylenecek söz bırakmadan bir kalıba sokanlar, hani sen de bilirsin; seni “sen” gibi değil seni kendine göre kabul edip “sen” olmana rıza göstermeyenler... Çok kalabalığız çok. Bu kadar insan, bu insana çok…

Bilmek istiyor insanlar, bilmekten çok daha fazlasını sonra. Sınırlarımızı talan ederek, mahremiyetimize kast ederek, bize bizim yeteceğimiz kadar bile alan bırakmadan… Her yerde her zaman olmak istiyor insanlar. Her vakitte aramak her aradığında kayıtsız şartsız ulaşmak istiyorlar. “Hayır” denmesine, olmaz denmesine, geleneğe, göreneğe hepten karşılar. Beni, bana bırakmıyorlar, hep daha fazlasını hep benden azalmasını istiyorlar. Kalender bir gönlün aciz sahibi olarak bu kadar farklı bu kadar çok yüzün hepsine nasıl yeter bir başına “ben”.

Kadim dostluklar nasıl da azaldılar, korkarım bir fincan kahvenin hatırı değil kırk yıl kırk gün bile değil artık. Harcamak üzerine kurulan bir çağın mazlumlarıyız belki de. Kırık dökük, yarım yamalak kurulan ilişkilerin hesabını kime kesecek bu çağ? Eğreti konuşmaların, sahte takdirlerin ağırlığı çöküyor bu kalabalığın üstüne. Ve güya öylesine kuruluveren ilişkilerin kalbimize getirdiği yük haddinden fazla…

Varlığının bilincinde olmalıydı insan, tüm öğretiler böyle diyordu. Kendini bilmekten bahsediyordu kalabalığın, kalabalık adamları. Kendinin ne olduğunu bilmeyen ve ne kadar olduğunu fark edemeyen kim varsa, bu kalabalığın sıradan insanları olmaya devam edecek ve vahim olanı bunun farkında olmayacaklar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi