Son Bir Tane
Kesif bir soğuk, ince bir uğultuyla sabaha kadar üşütmüştü şehri. Şehirle birlikte daha ilk gençliğinde kim bilir kaç yürek daha üşümüştü, henüz açmış bahar çiçekleri, sokak kedileri ve kalbi merhamet sahipleri… Yolda kalana, evi barkı olmayana, yakacağı bitene, daldaki çiçeğe üzülüp içerleyen kadın da üşüdü, iki evladıyla birlikte. Sabah olur da gece ne bırakır ardında, yaşayıp gören bilir dedi Paşam.
Gökyüzü, kurşuni bir örtüyle kaplıydı. Rüzgâr, caddelerin arasında uğulduyor, gece boyunca yağan karın üzerini ince bir buz tabakasıyla örtüyordu. Şehrin sokak lambaları hâlâ yanıyor, turuncu ışıkları, kaldırımlarda soluk birer halka oluşturuyordu. Sokaklar henüz boştu. Kadın, kıyamasa da çoktan kaldırmıştı büyük oğlunu. Uyudular mı dersin, ne mümkün…
Sobada kalan odun külleri bile soğumuştu çoktan. Bıyığı henüz terlemede genç, omzuna almıştı yükü bir kere, ne gelir elden. Tepsiyi eline aldı, bezden bebeğine sarılmış ve büzüşüp kalmış kardeşine baktı, sonra annesine. Sustular, mazi konuştu, duvarlar konuştu, rüzgâr konuştu ama onlar susarak vedalaştılar. Tepsiyi eline aldığı gibi koşarak çıktı evden, mahalle fırınına yine ilk o geldi ve simitleri tepsiye dizdi.
Elinde, boyundan büyük simit tepsisiyle, kentin işlek caddelerine doğru yürüdü. Her adımda karın içinde çıkan gıcırtı, sabahın sessizliğini bölen tek sesti. Ayağında yıpranmış ayakkabılar; tabanları çoktan delinmiş, içine kar suyu sızmıştı. Tam da bahar geldi, havalar ısındı gerek yok şimdilik bir ayakkabıya derken kış geri dönü sanki yeniden.
Her zamanki caddeye çıkıp bağırmaya başladı “taze simiitt, sıcaak simiit” oysa simitler bile soğumuştu çoktan, annesinin ördüğü örtü altında anca sıcak kalırlardı zaten. Kimsenin başını kaldırıp baktığı yoktu. Mütemadiyen uğradığı kitapçıya uğradı, ilk siftahı yine oradan yaptı.
Soğuk, azalmak şöyle dursun gittikçe işliyordu içine, yüzünü cam kesiği gibi acıtan bu rüzgarla nasıl baş edilir? Ellerini cebine atmak istedi, bir eliyle tepsiyi tutuyor diğer elini cebine sokuyordu. İlk siftahtan aldığı iki simit parası parmak uçlarına dokunuyor, tüm tepsiyi satınca alacağı bir torba odunu düşünüyordu.
Şehir, içine aldığı fırtınanın uğultuyla insanların uğultusunu birleştirdi yine. Sağa sola koşuşturan, elini nefesiyle ısıtan ve bulduğu ilk sıcak mekâna kendini atan insanların telaşıyla doldu sokaklar. Çocuk, köşede bekleyen çöpçülere, nöbet tutan bekçiye birer simit verebildi. İşe yetişmeye çalışan bir adam iki simit aldı bir tanesinin parasını verdi, taksici “simitler sıcak değil almam ben” diye diretti. Kadının biri soğuktan kıpkırmızı kesilmiş yüzüne, üzerinde gocuğa bakıp “kalsın, vazgeçtim” diyerek simidi geri verdi.
Çocuk, şehrin sokaklarını bildik ya da bilmedik düşünmeden adımladı. Her zaman uğradığı uzun çarşı sokağına geldi ve her zaman olduğu gibi pastacı dükkanının sahibinden azar yedi. Buraya girmesi yasaktı ona göre, müşterisini çalıyordu. Başını öne eğdi, yumruğunu sıktı ve uzaklaştı. Simitçi arabalarıyla geniş ve işlek caddeleri tutan büyük simitçilerin mekânlarına zaten giremezdi.
Mecalsiz kalmış, soğuk iyice yormuştu ama yarıya getirmişti simitleri. Annesinin cebine kattığı üç beş zeytin ve yarım simitle öğle yemeğini tamam etti. Kalan simidi mutadı olduğu üzere sadakadır deyip ulu caminin avlusunda kedilere verdi.
Akşama doğru, rüzgâr dinmiş kesif bir soğuk kalmıştı. Kâh girdiği dükkanlarda kâh ikindi namazı camide ısındığı kadarıyla idare etmişti. Üç beş simit ya kaldı ya kalmadı. Son bir gayret “akşam simidi” deyip bağırdı. Kendinden yaşça büyük on kadar genç, gelip başında durdu. Daha ne olduğunu anlamadan kendini ortalarında buldu, bir taraftan tepsiyi ve simitleri diğer taraftan cebindeki parayı kontrol etmeye çalışıyor lakin karmaşa gittikçe büyüyordu. Ne simit aldılar ne bir şey sordular, bağıra çağıra uzaklaştılar. Simitleri saydı, eksik değildi lakin elini cebine atınca fark etti ne olduğunu; akşama kadar zorla sattığı simitlerin parası yoktu. Sessiz bir çığlık, umarsız bir bakış, bir hiçlik ve hissizlik…
Ulu caminin avlusunda kalan simitleri kedilerle bölüştü, kuşlara pay etti, kahredecek gücü bulamadı ama annesinin duasını yâd etti. Tepsiyi fırlatıp attı, soğuk bankın üzerine öylece uzanıp, ellerini dizlerinin arasına aldı.