Osman Uzunkaya
Osman Uzunkaya Bizim Mehmet Abi

Bizim Mehmet Abi

Her yıl Mart ayı başlar başlamaz soluğu bahçesinde alırdı. Bahçeye geldiğinde gözüne ilk defa bahçenin yana doğru kaykılan demir kapısı ilişti. Kapıyı tüm gücünü kullanarak yukarı doğru kaldırdı. Düzelmediğini görünce yüzü buruştu, canı sıkıldı. Geçen yıl bahçeden ayrıldığında bu kapı taş gibi sapa sağlam yerinde duruyordu. Kendi kendine, Ne oldu bu kapıya? Diye sordu. Bu kez demir kapının uç kısmından tutarak tekrar kaldırmayı denedi. Sonuç alamayınca kapının bir usta marifetiyle onarılması gerektiği kanaatine vardı. Hemen işe başlamalıyım diye düşündü. Bahçenin orta yerinde bulunan kendi elleriyle yaptığı kulübesinde üzerini değiştirdi. Dışarı çıktı, orada bulunan dolaptan eldivenlerini alarak eline geçirdi. Baştan sona uzayıp giden bahçe duvarlarına göz gezdirdi. Gördüğü manzara hiç hoşuna gitmemişti. Ortada ne bahçe kapısı, ne de dört başı mamur (düzgün) bir bahçe duvarı vardı. Bahçe bu haliyle adeta, Nasrettin Hocanın türbesini andırıyordu. Ağzından sıkıntılı zamanlarda söylediği; “Hasbünallâhu ve nimel vekil” sözü ardı ardına döküldü. Bir başına bu kadar işin üstesinden nasıl gelecekti. Allah kerim diyen iç sesine kulak verdi. İçinden daha bir aydan fazla zamanım var, yavaş yavaş üstesinde geleceğim Allah’ın izniyle diye mırıldanmayı da ihmal etmedi.

Bahçesi çok genişti. İçinde yüze yakın meyve ağacı bulunmaktaydı. Bunlar; Elma, armut, ayva, badem, kayısı diye sıralanıp gidiyordu. O, bozkırın ortasında nar ağacı bile yetiştirmişti. Nar ağacı öyle verimliydi ki, görenler hayretler içerisinde kalıyordu. Buralarda yetişmeyen nar ağacının bu bahçede yetişip bolca meyve vermesi ilginç bir durumdu. Ona, “Ağacı nasıl yetiştirdin?” Diye sorduklarında; O, “Önce Maşallah deyin” derdi. Sonra da; “Bizim nar ağacıyla muhabbetimiz var! Onu çok seviyorum. Onu bana verene ve onun güzelliğine aşığım.” Der, konuşmasını, “Seviyorum demekle sevmiş olabilir misiniz? Şayet ona sevginizi göstermezseniz ne anlamı var! Ben onu her kış öncesi diktirdiğim naylon elbiselerle soğuktan korur, kollarım. Arada bir gelir bakarım, gözüm hep üzerindedir. Sevdiğimi belli ederim, o da bunu bilir.” Diye sürdürürdü. Bazıları bu açıklamayı dudak uçlarında oluşan sahte bir tebessümle dinler, bazıları da; “Vay! Be” diyerek şaşkınlıklarını ifade etmekten geri durmazlardı.

Toprağa sevdalı olmak; ondan geldiğinizi ve zamanınız dolduğunda yine ona döneceğinizi içselleştirmekle ilintili olmalıydı. Sevmek, sevdalanmak ve aşk! Bunlar soyut anlamlar içerse de, yaşarken size yol ve yön gösteren işaret levhaları gibiydi.

Toprağın bağrında yetişmiş ne varsa onun gözdesiydi. Hele güller yok muydu? O güllerin meftunuydu. Ya ağaçlar, türlü çeşitli çiçekler; kuşlar, böcekler hepsini ayrı ayrı severdi ama bülbülün yeri başkaydı. Bahçesinin çınar ağacına tüneyen bülbül onun en kıymetlisiydi.

Bahara girerken bahçe bakımının verdiği yorgunluğu hemencecik unutur, güller açınca huzurlu bir hayata adımını atardı. Nar ağacı başka bir güzelliğin timsali; ayva, armut, kayısı, şeftali ve badem ağaçları ise ayrı bir güzelliğin numunesiydi. Onun varı yoğu bahçesindeki ağaçları, gülleri bir de yolunu gözlediği Almanya’daki oğluydu.

Esenlik içinde kalınız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi

Bitsin

29 Ağustos 2024 Perşembe 00:03