İpek Özkayaalp
İpek Özkayaalp Beklenti Tefeciliği!

Beklenti Tefeciliği!

Bir önceki yazımızda: Hayatımızın birçok alanında yaptığımız birçok iyiliğin suistimal edilmesi, bu istismarların insanoğlunu zaman zaman ümitsizliğe hatta bazen de kötülük yapmaya kadar götürdüğünü söylemiştik.

Bu hafta, bu yalanların bizde açtığı yaraların ve yapılan suistimallerin panzehiri hakkında konuyu daha derin bir şekilde ele alarak “çözümü nedir ve hayatımıza nasıl uygularızı” konuşalım istedim. İslam’ın nurunun mayaladığı Anadolu irfanı yani özümüz, bunları aşmaya yeterlidir!

Neden iyilik yaparız?

İnsanoğlunu değerli kılan şeylerin başında “gönlü” gelir. Gönlün; meylini, mahiyetini tahlil ettiğimiz zaman “Gönlün bir şeye akması, onu beğenmesi, ondan lezzet alması nereden doğuyor?” diye iç sesimize azıcık kulak verdiğimizde kendimizi sevginin felsefesini yaparken buluruz. İşte o zaman iyilik yapmanın temelinin de bu “sevgiden” kaynaklandığı gün gibi ortaya çıkmakta!

Yine bu felsefeden hareketle “sevgiyi temel almamız, sevgiye de temel aramaya” yönlendirecek bizi! Bu yolculuk da sevginin iki kaynağına ulaştıracak: Kemal ve Cemal.

1. İnsanoğlu, Kâmil olanı seviyor. (Tamlığı sevmek)

2. Bir de Cemâl’i seviyor. (Güzeli sevmek)

Özetle sevgi dediğimiz şey; Cemâl’i ve Kemâl’i sevmekten, ona meyilden hâsıl oluyor.

Peki, yapılan iyilikler suistimal edilince neden canımız yanıyor?

Çünkü insanoğlu en çok kendini seviyor. İçgüdüsel olarak kendini savunmak, korumak, sevmek, yaşamak için mücadele vermek vs. merkezli olan insan; hâliyle kendisine faydası dokunan, menfaatine olan şeyi sever. Neticede bu duyguları, Allah(cc) insanoğlunun içine vermiş.

Asıl mesele de tam burada başlıyor; suistimallerin bizim canımızı yakmasının ana sebebi, tabir yerindeyse “bam teli” burada işte! Bu takdir, bizim için bir imtihana kapı aralıyor çünkü insanoğlunun imtihanı bilgi alanından değil, ilgi alanındandır!

Birine bir iyilik yaptığımızda eğer “muhatabımızın bize verdiği karşılık” canımızı yakıyorsa bizim de bir menfaatimiz var demektir!

Cemil MERİÇ: “İyilik eden, mükâfat bekliyorsa tefecidir!” der.

Bu noktada herkes kendi muhasebesini yapmalı! Aslında canımızı yakan karşı tarafın suistimali değil, kendi beklentilerimize cevap alamamak! Beklentiniz neydi? Düşünün!

Gülümsedim, gülümsemedi bana. Sır verdim, başkasına söyledi. Sevdim ama sevmedi. Ben şunu yaptım; o, bunu yapmadı vs. vs. hülasa bir iyiliği karşılık bekleyerek yapanlar, hep hüsrana uğrarlar!

Hatta yapılabilecek en net öz eleştiri: Bizler, hepimiz menfaatçiyiz! Nasıl mı?

İnsanoğlu, aslında sevilmek için sever!

Mutlu olmak için mutlu eder!

İltifat almak için iltifat eder!

İnsanoğlu, her şeyi evvela kendi için yapar. Yaptıklarının neticesinde sürekli iltifat almak, sevgi beklemek, ilgi görmek, teşekkür beklemek... Beklentisiz işimiz yok vesselam! “Marifet, iltifata tabidir.” sözü de buradan gelir. Ne zamanki karşı taraf, iltifatı keser; o an bizim marifetlerin suistimal edildiği serzenişi başlar. Yani gerçekte biraz ağır gelecek belki ama kimse kimseyi suistimal etmiyor, insanoğlu kendi kendini suistimal ediyor!!!

Peki insanoğlu kendini nasıl suistimal etmez?

İkilikten kurtulup birliğe geçtiği an!.. İkilik, nefsten kaynaklanır. Teklik ise Allâh’ın(c.c.) rızasına giden yoldur. Nefsimizi ve tuzaklarını iyi tanımalıyız! Neticede “Nefsini bilen Rabb’ini bilir.”

Yani insan ne yaparsa yapsın, karşılık beklemeden Allâh (c.c.) için yapmakla sıyrılır bu suni gündemlerden! Kâmil olmaya niyet, aslında cemâle duyulan aşkla başlar. Güzel uğruna aşılan yol, elbette çakıl taşları ile dolu olacaktır. Ve elbette ki ayak da yalın olmak zorundadır çünkü “imtihan bildiğimiz yerden değil, ilgilendiğimiz alandan” yapılmaktadır. Suistimal edildim feryadı, kaybedilen imtihanın habercisidir! Zaferlerin ise ilan edilmeye ihtiyacı yoktur!

Her yaptığını Allâh(cc) adına yapmak, her baktığı şeyde Allâh’ı(cc) görmek, hayrı ve şerri hep O’ndan(cc) bilmek; çakıl taşlarının verdiği rahatsızlığı zerre kadar hissettirmez insana!

İnsanları sevmek, saymak, sıkıntı ve eziyetlerine katlanmak, bütün kötü söz ve davranışlarına rağmen nezaketi elden bırakmamak, kibar ve efendi kalmak; ancak ve ancak güçlü ve olgun insanların yapabileceği -toplumsal hayatın en zor fakat en değerli- âdâb-ı muâşeret kurallarındandır.

Bunun yanı sıra şerli ve zorba insanların kötülüklerini zarar vermeden defetmek, onu düzeltmek, hayra yormak ise kâmil îman sahiplerinin gerçekleştirebileceği fevkalade bir başarıdır. Bu medeniyet ve nezaketin en yüksek mertebesidir!

Selâm ve dua ile...

Önceki ve Sonraki Yazılar
İpek Özkayaalp Arşivi