İpek Özkayaalp
İpek Özkayaalp Güzel Ahlâkın Peşinde

Güzel Ahlâkın Peşinde

Nerede o erdemli insanlar? İnsanlığı yücelten, güzel ahlâk sahibi bireyler nerede? Çevremizdeki kargaşa ve kalabalık, kendini bilmezlerin eseri. Manevi değerlerden uzaklaştıkça, insanın kendine yakışmayan davranışlar sergilemesi kaçınılmaz hale gelir.

İnsan, kendi eylemlerinin farkında olmadıkça, varoluşunun amacını ve yönünü sorgulamadıkça, derin bir gaflet uykusunda yaşamını boşa harcar. Gaflet uykusu, Allâh'ı tanımamak demektir. Allâh’ı tanımamak ise, Allâh’ın kuvvet ve kudretinden bi-haber olmalarından kaynaklı.

Kur’ân-ı Kerîm’de maddî ve mânevî menfaatlerini bilen insanlara “zâkir” ve “ehl-i zikir”, bundan habersiz olanlara da “gâfil” denilmiştir. Gaflet “unutma ve yanılma” mânasını da taşımakta. ( https://islamansiklopedisi.org.tr/gaflet--tasavvuf )

“(Resûlum!) De ki: Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu? [Ancak] yalnızca akıl-iz’ân sahipleri bunun farkındadır.” (Zümer Sûresi / 9.Âyet)

İlim, sadece bilmek değil, yaşamaktır. Yaşanmayan ilim vücûd üzerinde bir yüktür.

Yunus’un deyişi ile: “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendin bilmezsin. Ya nice okumaktır. Okumaktan murat ne. Kişi Hak'kı bilmektir. Çün okudun bilmezsin. Ha bir kuru ekmektir.

Ahlâk nedir? Zira, 'Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.' diyen Hz. Muhammed (sav)'in ümmeti olarak, ahlâkımızı güzelleştirme çabasını hayatımızın merkezine yerleştirmek öncelikli görevimizdir. Ahlâk, ilk olarak iç dünyamızın güzelliğinden kaynaklanır; ardından, bu güzelliği topluma yansıtmamız gereken en değerli hazinemizdir.

Ahlâkı ıslâh etmenin yollarında biri de nefsi terbiye etmektir. Bu aynı zamanda huzurun da kaynağıdır. Bir kişi kendi nefsinin eylemlerinden memnun olduğunda, kendi kusurlarını ve ayıplarını fark edemez ve şeytanın vesveselerinden de asla kurtulamaz.

“Ayıbını bilmeyen ne kadar tez helâk olur. Zîrâ günahları, küfrün postacısıdır.” (Ebu Ali Dekkak (ks))

“Rahman'ın uyarısını görmezden gelmeyi tercih eden kimseye gelince, Biz onun içine öteki kişiliğini oluşturmak üzere [kalıcı] bir şeytani dürtü yerleştiririz.” (Zuhruf Sûresi/36.Âyet)

Bu vazifeleri hakkıyla yerine getirebilmek tabii ki birtakım ön şartlar ister! Olumlu sonuçlar almak istiyorsak eğer prensiplere göre hareket etmeliyiz. Bunların en başında da ahlâkî iradenin ve eğitimin olduğuna inanıyorum.

Öncelikle hepimiz, eğitme potansiyeline sahip olduğumuz gerçeğini kabul edelim. Evet, hepimiz aslında birer "öğretmen" olduğumuzu bilelim. Hareketlerimiz, yaklaşımlarımız, konuşmalarımızla başta eşlerimize, çocuklarımıza, arkadaş ve iş çevremize iyi veya kötü örnek teşkil ediyoruz. Tabii gayesi "güzel ahlâk üzerine örnek alınacak bireyler olabilmek" olan bizlerin imtihanı böylece başlıyor!

Tüm davranışlarımızın temelinin ailemizden aldığımız ilk eğitimle başlayıp okul hayatı ile geliştirildiğini düşünürsek, güzel bir örnek olmayı halen hem de ısrarla istiyorsak önce eğitime kendimizden başlamalıyız ve kendimizi eğitmeyi asla bırakmamalıyız! Doğru ve güzel eğitimin temeli ise ahlâk iradesine bağlı olduğunu da unutmamalıyız!

Kendi kusuruyla ilgilenen insan sadece bu kusurları gidermeye odaklanır. Haliyle kimsenin kusurunu görmez, GÖREMEZ! Kimsenin gıybetini etmez, EDEMEZ! Kimseye zarar vermez, VEREMEZ! Kimseyi incitmez, İNCİTEMEZ! İşte netice alma böylece başlar. Bu ahlâki iradenin meyvesi hemen olgunlaşır ve artık kimseden İNCİNMEMEK devreye girer!

Sünbül Sinan Hz. bir gün mürîdlerine sordu:

"Faraza Cenâb-ı Hakk şu kâinâtın sevk u idâresini size verse neylersiniz?"

Her mürîd bir şey söyledi.

Kimi "bütün kâfirleri yok ederim!" dedi, kimi "bütün içki içenleri ortadan kaldırırım!" şeklinde uzayıp giden cevaplar verdiler.

Mürîdlerin arasında bulunan ulemâdan Muslihiddîn Efendi ise hiçbir cevap vermeden susmaktaydı.

Şeyh Hazretleri, bu defa ona dönerek "evlâdım, ya siz ne yapardınız?" diye sordu.

Muslihiddîn Efendi pür-edeb şöyle cevap verdi:

"Efendim! Hâșâ Cenâb-ı Hakk'ın irâde ve idaresinde bir noksanlık mı var ki başka bir şey düşünüp dileyeyim? Cevabım, sadece her şeyi aynen devam ettirirdim, demekten ibârettir."

Bu cevaptan pek memnun olan Sünbül Sinan Hazretleri "işte şimdi iş merkezini buldu" buyurdular.

O günden sonra Muslihiddîn Efendi, "Merkez Efendi" olarak anıldı ve üstâdı Sünbül Sinan Hazretleri'nden sonra mânevî emânet ona verildi.

Bu edebe de ancak güzel alâk ile ulaşa biliriz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
İpek Özkayaalp Arşivi