Anayasa Kimin Anayasası? Hangi Anayasa?
Anayasa, devletin temel yapısını ve bu yapının başlıca işleyiş kurallarını gösteren belgedir. Anayasa, öbür yasaların üstünde olan ve onlardan daha temelli daha şumullü, neredeyse onları doğuran, onlara analık eden, dayanak olan bir kanunlar bütünü olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamalardan da anlaşılıyor ki yalnız devletlerin ana yapılarını, örgütlerin işleyişini ve işleyiş kurallarını göstermekle kalmıyor aynı zamanda daha sonra çıkacak olan yasaların uymak zorunda olduğu temel ilkeleri de göstermiş oluyor. Bu sebepten dolayı bütün anayasalarda ki temel ilkelerde amaç edinilen, vatandaşların hakları ve özgürlükleri ile ilgilidir. Kısaca anayasa kişilerin temel haklarını ve özgürlüklerini koruyan güvence altına alan belge durumundadır.
Türkiye'de şu anda kullanılan veya yürürlükte olan anayasa, 1980 ihtilalini gerçekleştiren cunta tarafından hazırlanmış olan 1982 anayasadır. Anayasanın temel amacının o devlet içerisinde yaşayan kişilerin temel hak ve özgürlükleri olması gerekirken, 1982 anayasası Türkiye'de yaşayan Müslümanlar aleyhine yorumlanabilecek maddelerinden dolayı Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde yaşayan Müslümanların pek çok temel hak ve özgürlüklerini sınırlayan bir metne dönüşmüş veya yorumlarla dönüştürülmüş durumdadır. Ki; 82 Anayasası'ndan önceki 61 Anayasası da yine askeri bir darbe sonrasında yine cunta rejiminin dayatması ile yapılmış olan bir anayasadır. 1921 Anayasası her ne kadar Cumhuriyet Anayasası gibi gözükse de (29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı) esasında Osmanlı Devleti'nin, 1876'da Kanuni Esasi'den sonra, 1921'de ki "Teşkilatı Esasiye Kanunu" olarak çıkarılmış bir anayasadır ve Osmanlı'nın çıkarmış olduğu son anayasadır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasası "Yeni Teşkilatı Esasiye" kanunu adı altında 20 Nisan 1924 günü kabul edilmiş olan bir anayasadır ve bu anayasa yine tabiri caizse olağanüstü şartlar muvacehesinde çıkarılmış olan bir anayasadır. Bu ilk Cumhuriyet Anayasasına,1928'de birtakım müdahaleler yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi: 1924 anayasında yer alan: "Devletin dini İslam'dır" ibaresinin çıkarılmasıdır. Yerine, 5 Şubat 1937'de 2. maddeye yapılan değişiklikle "Devletin temel nitelikleri olarak; Cumhuriyet Halk Fırkası'nın programında yer alan altıok Türkiye Cumhuriyeti, cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, laik, ve inkılapçıdır." biçiminde girmiştir. Dolayısıyla laikliğin devletin anayasasına girmesi, hiçbir zaman için halkın, toplumun isteği ve insiyatifi ile olmamıştır. Tıpkı 1924'te ki "Devletin dininin İslamdır." ibaresinin kaldırılması gibi.
Günümüzde yeni anayasa tartışmaları yeniden alevlenmiş durumda. Bu tartışmalara Ayasofya Camii Baş İmam Hatibi Prof. Dr. Mehmet Boynukalın hocamızın: "1921 ve 24 anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün” ifadesiyle bir anlamda farklı bir tartışma boyutu da açılmış oldu. Buna karşı olarak Hadi Özışık Ayasofya imamının anayasa hakkında fikirlerini açıklamasının: "haddi aşmak olduğunu, yanlış olduğunu, vazifesi olmadığını, bir imamın vazifesinin sadece ve sadece beş vakit namaz kıldırmak ve cuma namazı kıldırmak olduğunu, fitne çıkardığını..." iddia etti. Ancak şunu söylemek gerekir ki Ayasofya Baş İmam Hatibi Prof. Dr. Mehmet Boynukalın DİB'na bağlı, 657'ye tabi devlet memuru olan bir imam değil. Kadrosu üniversitede olan bir akademisyendir ve görevlendirme olarak Ayasofya Camii Baş İmam Hatipliğini uhdesinde bulundurmaktadır. Dolayısıyla bir akademisyenin görüşlerini açıklarken bir gazeteciden izin alması, ya da 657'nin, Demokles'in kılıcı gibi üzerinde sallanmasından herhangi bir çekinmesi yoktur. Kaldı ki, anayasa siyasi bir konu değildir. Siyaset üstü bir konudur. Dolayısıyla her bir vatandaş anayasa hakkındaki görüşlerini rahatlıkla ifade edebilir. Velev ki devlet memuru bile olsa... Ayasofya Camii İmam Hatibini sosyal medya üzerinden linç etmeye çalışan gürûha şöyle bir soru yönetmeninde bizim anayasal bir hakkımız olduğu kanaatini taşıyorum. "Geçtiğimiz yıl, Anayasa Prof'u İbrahim Kaboğlu öncülüğünde hazırlandığı iddia edilen anayasa taslağında özerklik, yerel yönetim, başkent, dil ve bayrağın anayasal güvence kapsamından çıkarıldığı, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi devletin ve toplumun temelini sarsan maddeler olduğunu artık sağır sultan bile biliyor. Peki toplumdaki azgın azınlığın desteği ile çıkarılmaya çalışılan Türkiye Cumhuriyeti'ni bölmeye, toplumu ahlaksızlığa itmeye ve toplumu kutuplaştırmaya ve dahası da Türkiye Cumhuriyeti'ni ortadan kaldırmaya yönelik anayasa taslağı çalışmasına neden sesleri çıkmamıştı? Laiklik bu toplumun genlerine uymuyor. "Laiklik anayasadan çıkarılsın, toplumun %99'unun inanmış olduğu İslam yeniden anayasaya konulsun" diyenlere karşı efelenen, linç kampanyasına tabii tutan, bu güruh; azgın azınlığa karşı: "neden; siz kimsiniz? kendinizi ne zannediyorsunuz, kime güveniyorsunuz? diyemediler?"
Diğer bir husus imamın görevi sadece namaz kıldırma memurluğu değildir. İmam toplumu dini ve içtimai konularda aydınlatmaklada görevlidir. Laiklik ve İslam tartışmaları hem dini, hem de içtimai bir tartışma olduğuna göre sadece Ayasofya Cami'nin akademisyen olan Baş İmam Hatibi değil ülkedeki 80.000 camide görev yapan bütün imam hatiplerde bu konuda görüşlerini ifade edebilmelidirler. Zira bu ülkede ifade özgürlüğü vardır. Yoksa ifade özgürlüğü sadece İslam'a ve müslümanlara hakaret özgürlüğü olarak mı anlaşılıyor? Şayet böyle bir anlayış varsa, bu anlayış gücünü yürürlükte olan ve askeri bir cunta tarafından yaptırılan, 82 Anayasası'nın, azgın azınlık tarafından kendilerini imtiyazlı görüp, maddeleri kendilerine göre yontmalarından ve yorumlamalarından kaynaklanmaktadır.
Laiklik tartışmalarının menbaı, 82 Anayasasındaki değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan 2. maddedir. Tabulaştırılan 2. madde: "Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletidir." der. Gelelim bu maddeye... Peki 82 Anayasası, üzerinden geçen 40 yıla yakın süre içerisinde toplumun huzurunu sağlayabildiği mi? 40 yıldır ülkede terör olayları, siyasi suikastlar, militarist müdahaleler, postmodern darbeler olmuşsa, 28 şubat sonrası onlarca banka hortumlanmışsa, imtiyazlı sınıflar oluşmuşsa ve bu imtiyazlı sınıflar kemalizm kamuflajının arkasına saklanabiliyorsa demek ki anayasanın 2. maddesi toplumun huzurunu sağlamaya yetmiyor demektir. Yine 2. maddede "milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde" deniliyor. Nasıl bir milli dayanışma ve adalet anlayışı ki; ülkenin devlet sırlarını çalıp, bunu yabancı güçlere satanlar ya da yabancı istihbarat örgütlerine ajanlık yapıp onların adıyla konuşanlar ceza almaz iken, hatta ve hatta kutsanıp,ödüllendirilirken; baklava çalan çocuklar 10 yıl ceza alabilmektedir? Nasıl bir milli dayanışma ki; devletin milletine ihtiyaç duyduğu zaman, pandemi dönemindeki biz bize yeteriz kampanyasında bile devlete sırtını dönenler ve bunu hak olarak görenler olabiliyor? Nasıl bir milli dayanışma ki; Anadolu halkının veya Anadolu halkından herhangi bir vatandaşımızın evrensel bir başarısını küçümsemek için atmadıkları takla, yapmadıkları hakaret kalmıyor? 2. maddenin devamında: "insan haklarına saygılı" ifadesi var. Peki başörtüsü örtmek, inanmış olduğu dinin icabını, ilkelerini yaşamak bir insan hakkı değil midir? Şimdi anayasa değiştirilmesin ya da anayasadaki 2. madde değiştirilmesin diye şuursuzca bağıranlar, hangi insan haklarına saygılı oldular ki ya da bu2. madde bu hedefi gerçekleştirebildi mi ki değiştirilmemesi için çığırtkanlık yapıyorlar? İHL'lerde okuyan çocukların ülkenin istediği üniversitesine gidebilmesi insan hakkı değil miydi ki, katsayılarla vesaire önlerini kestiler? 2.madde de: "Atatürk milliyetçiliğine bağlı" ifadesi var. Bu ifade tamamen muğlak ve çok su götürür bir meseledir. Onun için burayı ilerdeki dönem yazılarımıza bırakmakla iktifa edelim. "Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan" ifadesi zaten başlı başına bir faciadır. Zira başlangıç olarak nereyi, hangi tarihi alacağız? Eğer Cumhuriyetin başlangıcından başlayacaksak yani 1924 Anayasasını esas alacaksak, Ayasofya Camii Baş İmam Hatibi Prof. Dr. Mehmet Boynukalın hoca yerden göğe haklıdır. "Devletin dini İslam'dır." Şayet 1928'de yapılan değişikliği esas alacaksak laiklik yine gündemde yok. Yani devletin dini ya da sosyolojik yapısının nasıl olduğuna herhangi bir vurgu ve atıf söz konusu değil. Şayet ve 5 şubat 1937'de 2. maddede yapılan değişikliğe esas alacaksak orada da "Devletin temel nitelikleri olarak Cumhuriyet Halk Fırkası'nın programda yer alan altı ok, Türkiye Cumhuriyeti cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır." biçiminde yer almıştır. Öyleyse bu anayasa, halkın anayasası değil, Türkiye'deki bir azınlığın ve siyasi bir partinin anayasasıdır. Demokrasiye aykırıdır. Dolayısıyla yine kendi içerisinde ciddi tutarsızlıklar ihtiva etmektedir.
Onun için anayasa tartışmalarını halkın çoğunluğunu oluşturan Müslümanları mahkum edecek biçimde yapacaksak veya halihazırda olduğu gibi Müslümanları en temel insani hak ve özgürlüklerden mahrum bırakacaksak anayasayı değiştirmenin hiçbir anlamı yoktur. Ama anayasa tıpkı Osmanlı dönemi'ndeki gibi hem ülkedeki çoğunluk durumunda olan Müslümanların bütün haklarını koruyup, garanti altına alacaksa; hem de ülkede yaşayan azınlıkların bütün haklarını koruyup, garanti altına alacaksa yani konuştuğu dile, inandığı dine, bakılmaksızın her bir vatandaşının hukukunu koruyacaksa artık değiştirmenin vakti gelmiş de geçiyor demektir. Ancak sadece imtiyazlı azınlığın haklarını koruyup, Müslüman çoğunluğu mahkum etmeye, birtakım yorumlarla temel hak ve özgürlüklerden mahrum etmeye devam edecekse boşuna zaman kaybının bir anlamı yoktur. Dolayısıyla anayasanın değişikliğinin hangi esaslar üzerinde olması gerektiğini ifade edenlerin ifade özgürlüğüne müdahale etmeye çalışanlara diyecek tek bir sözümüz var. Hadi oradan...