Mehmet Toker
Mehmet Toker Türkiye Bu NEET’lerle Nereye Gidiyor?

Türkiye Bu NEET’lerle Nereye Gidiyor?

NEET: (Not in Education, Employment or Training) İngilizce’de böyle ifade ediliyor. Türkiye’de ev genci. Ev hanımı gibi bir tanımlama değil. Ev kedisi gibi mi öyle de değil. Ev ile ilintileniyor ama eve de ait değil. Veya bedenen evde olsa da ruhen evde değil. Ev genci. Liseden veya Üniversiten mezun olup iş bulamayan veya çalışmak istemeyen, eğitimine devam etmeyen hatta evlenmeyi dahi düşünmeyen, tekrar ailesinin yanına dönüp onlarla yaşayan 18-24yaş aralığındaki gençleri ifade ediyor. Kısaca ne eğitimdeler ne de istihdamda. Ailelerinden aldıkları harçlıklar ile bedenen evde, ruhen sosyal medyada veya sanal alemde yaşıyorlar.

Ne oldu da böyle oldu? On iki yıllık kesintisiz eğitim veya devamında istihdam imkânı olmayan bölüm ve fakültelerden, niteliksiz vasıfsız gecekondu üniversitelerden mezun, geleceğe havlu atmış gençler ordusu. Sayı olarak üç milyondan fazla olduklarını ifade ediyor TÜİK rakamları. On iki yıllık kesintisiz eğitim, gençlerin hayatı tanıması, hayata hazırlanması sürecini erteledi. 18 yaşında mezun olan bir gencin önüne iki seçenek sunduk. Ya üniversiteye devam edecek. Ya çalışma hayatına. Üniversiteye devam edecekse mezun olduğunda istihdam edilebileceği üniversitelere ve bölümlere girebilme oranı %5, en iyimser rakamla %10. Gerisi ev genci olmayı 4 yıl daha öteleyen, erteleyen bölümler.

Çalışma hayatına liseden sonra da atılsa üniversiteden sonra da atılsa asgari ücretle çalışma hayatı. Veya o güne kadar hiç deneyimlemediği, beden gücü gerektiren ağır işlerde çalışmak zorunda kalması. Evde kalıp büyük bir bebek veya çocuk olarak aileye bağlı yaşamaya devam. Sabahtan akşama sosyal medya da sörf yapmak, reelde yapamadığı gerçekleştiremediği hayallerine sosyal ortamda, sanal alemde ulaşma isteği. Bu ev gençleri evde nasıl vakit geçiriyor? Cips, kola veya kuryelerin taşıdığı hazır yemeklerle biyolojik beslenme. Sanal alemde sosyal medyadan kültürel beslenme…

Avrupa ülkelerinde de ev genci var ama ülkemizdeki gibi çığa dönüşen bir kartopu değil. Çünkü Avrupa kültüründe 18 yaşını doldurmuş genci ailesi evde beslemez. Kira alır, yemek parası alır, çamaşır ve temizlik ücreti alır. Avrupa’da asgari ücrette olsa, bedenen ezileceği işte olsa çalışmak zorunda. Ama bizim kültürde çocuk 30 yaşına da gelse anne-babasının gözünde hâlâ çocuktur. Hatta bebektir. Bizdeki koruyucu ve kollayıcı aile modeli Ev genci olmayı da özendiriyor diyebiliriz.

Tabii asıl problem bu ev gençlerimizin inanç ve psikolojik durumları. Hayatlarının en enerjik, en etken, en mücadeleci olması gereken dönemlerini âtıl, edilgen ve hedefsiz geçiren ev gençleri, psikolojik olarak ciddi bir bunalımın içindeler. Gerçek hayatta pasif, dijital dünyada aktif olup internet, video oyunları, sosyal medya ve çevrim içi içeriklerle vakit öldüren gençler gerçekten kopuyorlar. İzledikleri bu içeriklerin etkisiyle birçoğu, obsesif kompulsif bozukluk veya anksiyete bozukluğu yaşıyorlar. Ya da sosyal medyanın etkisiyle, deizm, teizm, ateizm, septisizm, agnostisizm, nihilizm vb. inanç noktasında sapmalara uğruyorlar.

Allah’ın çok çeşitli kabiliyet, maharet, özelliklerde yarattığı insanoğlunu, tek tipleştirmeye mahkûm eden bu eğitim sisteminden, her genci diploma sahibi yapma fantezisinden bir an önce vazgeçmeliyiz. Gençlerimizin ilgilerini, yeteneklerini, meraklarını yani potansiyelini dikkate almayan daha çok diplomayı, akademik bilgiyi ve yöneticilik kariyerini önemseyen aile tiplerimiz ve eğitim sistemimiz yerine; doğarken, onlarca meslek, sanat ve zanaata kaynaklık edecek yeteneklerle donatılan insanı öncelemeliyiz. Bu toplumun sıhhi tesisatçıya, motor ustasına, sıvacıya, boyacıya, kaynakçıya, marangoza, işçiye, çiftçiye, ameleye, kunduracıya, sayacıya, terziye, berbere, şoföre de ihtiyacı var. Allah insanları fabrikasyon bir üretimle yaratmadı. Rengarenk dünyayı grileştirmek kimseye kazandırmaz.

Ev gençleri konusu, Türkiye’nin siyasal alanda da yarını etkileyebilecek, şekillendirebilecek ve sosyal değişimi şuursuzca yönlendirebilecek çok önemli sayısal bir çoğunluk olarak karşımızda duruyor. Demokrasi denilen mefhum, parmak hesabı, sayısal kalabalıklık değil mi neticede? İhmal edilen sayısal kalabalık yarın siyasal alandaki kazanımları imha edebilir. Dost acı söyler.!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi