"Anadolu İrfânı", Populist Bir Söylem mi, İstikbâl Köklerde mi?
Toplumların bilinçaltını oluşturan kavramların kaybı sadece dilden basit bir kaç kelime kaybı değildir. O kavramların deruhte etmiş olduğu bütün manaların ve bu manaların toplum hayatındaki izdüşümlerinin kaybıdır.
İrfan kelimesi Arapça'dan dilimize nakledilmiş olan, "bilme, öğrenme, pratik bilgi, usul ve örf bilgisi, tanıma, ayırt etme" manalarına gelen bir kavramdır. İrfan sahibi olan insanlara, "tanıyan, bilen, vakıf ve aşina olan, halden anlayan" gibi manalara gelen "Ârif" denilirdi. Ârif'in bilgisine marifet, yani Allah'ı sıfatları, fiilleri ve isimleri ile beraber bilen, tecellileri hakkında sahip olunan bilgi denirdi. Marifet, manevi bilgi mânâsına kullanılırdı. Allah hakkındaki bilgi için marifetullah kelimesi de kullanılmıştır.
Ârif ve Âlim kelimeleri arasında açık bir ayrım söz konusudur. Âlim zihni faaliyetle mutlak sûrette bilen, Ârif ise ahlâki ve manevi arınma sayesinde bildiğini hayatında uygulayan, sezgi gücü kuvvetli ve bilginin sadece niceliğini değil niteliğini bilen kimse demektir. Onun için Osmanlı'da, eğitim faaliyetlerini düzenleyen bakanlığın adı Tâlim Nezareti değil "Maarif Nezareti" idi. Nezaretin vazifesi, sadece öğrenen, ezberleyen bireyler yetiştirmek değil anlayan, kavrayan, sezen, manevi yönü de güçlü olan, beşeri bilgiyi vahyin bilgisi ile harmanlayan, sadece ilim sahibi değil irfan sahibi toplum ve insanlık yetiştirmekti.
Anadolu İrfan'ı ifadesiyle daha ziyade Anadolu insanının ehli sünnet merkezli, Hanefiliğin amelî yaşam tarzı olarak kabul eden, İslami kültürü, örfü, insan merkezli, özgürlükçü tavrının yerleşmiş hali olarak anlaşılır. Modern zaman söylemi olarak Anadolu İrfan'ı, Horasan erenlerinin izinden giden ve Anadolu'da tasavvufi akımları yaşatan mutasavvıfların öğretisi gibi anlaşılsa da Anadolu İrfan'ı bilgiyi derinlemesine bilen ve olabilecek hadiseleri, gelişmeleri önceden sezen, bu sezgisini ilimle birleştirerek ona göre tavır alan, arka planında İslam olan yerleşik bir örfün, bir kültür ve medeniyetin dışa yansımasıdır.
İrfan kavramı, batılılaşma mühendislerinin nezdinde doğuluydu. Ârif insan doğuluydu. Ârif'in bilgisi marifet ve yapmış olduğu faaliyet, emr-i bi'l ma'ruf nehy-i ani'l münker doğuluydu. Doğu deyince, Anadolu insanı üzerinde toplum mühendisliği faaliyetlerine girişenlerin zihninde canlanan, sadece İslam oldu. Doğu'dan/İslam'dan kurtularak yönümüzü, yüzümüzü Batı'ya çevirdiğimiz zaman muasır medeniyetler seviyesine ulaşacağımız vehmi ile marifeti, maarifi, irfanı terk ettik. Ârif insan yetiştirmekten vazgeçince mevcut ârifânıda zaman içerisinde kaybettik. Toplum hayatımızdan çıkardığımız İrfan'ın boşluğunu, ekonomide kapitalizm, hukuki ve siyasal alanda laisizm, bireysel alanda hedonizm, bilimsel alanda da pozitivizm doldurdu. Derûni bilginin yerini bilinemezlik(agnostizm), şüphecilik(septisizm) ve maddeperestlik(materyalizm) aldı. Biz mârifeti kaybetmekle, irfânî derinliği kaybettik ve sığlaştık. Derinliği kaybetmekle biz, bize ait olan bütün manaları da kaybetmiş olduk. İlmihâli bilenler ehl-i hâl olamadı.
İrfan kökünden gelen ve Kur'an-ı Kerim'de, Mü'minlerin yerine getirmesi gereken toplumsal bir farziyet olan "emr-i bi'l ma'rûf nehy-i ani'l münker" görevi de böylelikle rafa kaldırıldı. Ma'ruf, "bilinen, tanınan, benimsenen şey" mânâsına geliyordu. Ma'rufu yapmayı, emretmeyi, yerine getirmeyi terkedince; kötü olan, tasvip edilmeyen, yadırganan, zarar veren, münkeride nehyetmek engellemek, men etmek özelliğimizi kaybettik. İyi ile kötüyü hercümerç ettik. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu sezemez, bilemez ve iyinin yanında kötünün karşısında tavır alamaz hale geldik. "Mü'min bir defa ısırıldığı delikten ikinci defa ısırılmayan" kimse idi. Ancak "tecrübe edileni, tecrübe etme" aptallığını bilgelik, değişim ve özgürlük diye yuttuk.
Ma'ruf toplum hayatımızdan çıkınca da o boşluğu "münker ve fahşa" kapladı. Bugün toplumda, bazen bazı belediyelerce, bazen fonlayanları ve kökleri dışarıda bazı sivil toplum kuruluşları eliyle yapılan faaliyetlerin özeti, illeti, sebebi, arka planı budur. Müslüman mahallesinde salyangoz satılmasına göz yummamız ya da seyirci kalmamız ehl-i irfan ol(a)madığımızdandır. Maruf'u terk ettiğimiz, irfanı kaybettiğimiz için yine aynı kökten gelen örf(urf)ü de kaybettik. Hayat boşluk kabul etmeyeceği için marifete dayalı milli örfümüzün yerine pragmatizme ve egosantrizme dayalı sekülerist Batı örfü hakim oldu. Cadde, sokak ve ekranlardan yansıyan görüntülerin sebebi budur. İnsanlık bilimsel zaviyeden gelişiyor, ilerliyor, yükseliyor görüntüsü verse bile bilginin bilince dönüşememesi durumunu hep beraber tecrübe ediyoruz. Menfaat odaklı, egoist tercihler, topyekün bir kaybedişe ya da çok daha ağır faturaların ödenmek zorunda kalınacağı sonuçlara doğru hem ülkemiz insanını hem de İslam Dünyasını sürüklüyor.
Kazanmaya başlamak için önce nerede kaybettiğimizi iyi tespit etmemiz gerekiyor. Dil, sadece basit bir iletişim aracı değil bir milletin, bir medeniyetin hafızasıdır. Dildeki kavramları izole etmek, toplumsal Alzheimer'a yakalanma sebebidir. Bugün toplum olarak geçirdiğimiz konfüzyonların ve titreme nöbetlerinin sebebi de budur. Kaybettiğimiz medeniyetimizin, terkettiğimiz kavramları örfe, ma'rufa, maarife, irfana, sahip çıkmakla tedaviye başlamak gerekiyor. Mesele arif insan yetiştirebilmekten geçiyor. Arife tarif gerekmezmiş. Arif olanlar anladı.