Hasan Ukdem
Hasan Ukdem Ağlayan Kaya’da ...

Ağlayan Kaya’da ...

Geçtiğimiz hafta Pamukkale, Kumluca ve Antalya’yı da içine alan bir seyahatte bulundum. Eşsiz güzellikte ormanlarından, çam kokulu dağlarından, etrafına hayat veren akarsularından gönlüme sağlık, afiyet, huzur devşirdim memleketimin; güzelliğini, bereketini, kıymetini bir kere daha gördüm, gurur duydum. Bütün bunları aşan duyguları ise Pamukkale dağlarında dolaşırken uğradığımız Ağlayan Kaya’da yaşadım. Kayalardan akıp gelen şelalesi, etrafına ikame edilmiş restoran ve kamelyalara kurulan sofralar ve orada burada dolaşan insanlar tarifsiz duygular uyandırdı bende. Kaya yarıklarından akan sular gerçekten de bir gözyaşı gibi inip geliyor, dağın yanaklarından dökülen gözyaşları adeta sular. İnsanın içine işliyor. Bu manzaranın içinde en yapay duran nesne ise, maalesef insanlar. Orada olmanın mutluluğundan çok, orada olmanın belgelenmesi daha önemli hale gelmiş. Herkes en güzel pozu bulmak için en sahte gülüşlerle fotoğraf karelerinin içinde yer almanın peşinde. En mühim şey bu... Ne oranın havası ne etraflarındaki diğer insanlar umurlarında değil, ne yazık. 
 
Bütün bu manzarayı bırakıp, ben yine kayanın ağıtına dalıp gittim. Dört yıl önce geldiğimde ne ise yine o idi... Belki de asırlardır bu şekilde ağlayıp duruyordu orada... Kendini yaratanın kendine biçtiği rolü, yüklediği görevi yerine getiriyor, (eğer insanlar bir yerini bozmamışsa) o kendini hiç bozmuyor, aynı iştiyakla, aynı biçimde akıp duruyordu. Neden bilmiyorum, ona içimi dökme isteği uyandı birden. Sanki o anda onu, oradaki dağın bağrında değil de kendi içimdeymiş gibi hissettim. Onun matemini kendi ağıtıma dahil ettim. Onun gözyaşlarını kendi gözyaşlarıma karıştırdım. Birden taş kesildi yüreğim, ıslak, yosun tutmuş, dokunsalar dağılacak bir taş... Aşkın güzelliği bir ay gibi dururken, ayrılığın karanlığını delmeye çalışan yıldızlar gibi göründü gözüme sularındaki ışıltılar.  
 
Umut etmeyi, hayatla irtibatın asla kopmaması gerekliliğini, sevginin hep yaşamasının elzemliğini gördüm onun inatla akışında... kayalarda baş gösteren yeşil bitkilerden anladım hayatın ısrar etmek olduğunu... Derde, kedere, çileye rağmen inadına uyanmanın sabahlara ne kadar önemli olduğunu keşfettim... Yosun tutmuş taşlarda gördüm can taşımanın ne demek olduğunu. Akıp giden sulardan anladım gidenlerin ardından devam edebilmenin mümkün olduğunu. Ve Üstat Attila İlhan’nın “ayrılıklar da sevdaya dahil” dizelerini söylerken ne kadar haklı olduğunu bir kere daha gördüm. 
 
Eğildim sularına şunları sordum, şunları anlattım ona: 
 
SÖYLE AĞLAYAN KAYA 
Hangi dertten doğdun? 
Kimin gözünün yaşısın sen? 
Ne zamandır kaynar bu çile? 
Nasıl bir gamdır bu vurulan suya? 
Nedir ağlatan böyle seni 
Söyle Ağlayan kaya? 
 
Bir dert de ben getirdim sana 
İstersen yıka sularında 
İstersen götür uzaklara 
Yıllarca taşıdım içimde duya duya 
Ya ben nereye dökeyim gözümün yaşını 
Söyle Ağlayan Kaya? 
 
Öyle bir dert ki bu 
Belki de dertlerin en alası 
Ayrılık belası... 
Al götür dağların böğrüne daya 
Dayanabilir mi dağlar buna 
Söyle Ağlayan Kaya? 
 
Senin suların gibi akar durur içerimde 
Sabahla tutuşur yangınım 
Gündüz güneşi yakar 
Gece keder olur aya 
Su sesiyle besteler misin ağıtımı 
Söyle Ağlayan Kaya? 
 
Taştan taşa vurup başını 
Akıp gidiyorsun bir meçhule 
Unutmak varsa gittiğin yerde 
Beni de götür oraya 
Müebbet mi yedi benim yüreğim 
Söyle Ağlayan Kaya? 
 
Tıpkı hayatın benim yanımda aktığı gibi 
Gelip geçiyor insanlar da senin kıyılarından 
Kimi yemek derdinde 
Kimi keyif ekliyor çaya 
Nasıl bir dünya bu böyle 
Söyle Ağlayan Kaya? 
 
Gel dökelim içimizi birbirimize 
Dertlinin halinden dertli anlar diyelim 
Belki çivi çiviyi söker 
Belki iyi gelir yara yaraya 
Azık karışmak istemez misin 
Söyle Ağlayan Kaya? 
 
Sevgiyle kalın. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi