28 Şubat'tan bugüne
28 Şubat post-modern darbesi, 19 yılında geçtiğimiz hafta yeniden gündeme geldi, tartışıldı. Özellikle Necmettin Erbakan hocanın ölüm yıldönümü vesilesiyle düzenlenen Erbakan haftası etkinliklerinde bu post modern darbe sürecinde yaşanılan haksızlıklar, aymazlıklar yeni nesil için hatırlatıldı.
28 Şubat sürecine bugün baktığımızda çok komik gelen hadiseler olanca gerçekliği ile yaşanmıştı. Temel hak ve özgürlükler laiklik kisvesi altında yasaklanırken olayın arka planı ise darbeden 3-4 yıl sonra ortaya çıkmıştı. İmam-Hatip okullarının orta kısmının kapatılması, üniversitelerde başörtüsü yasağı, askerin, memurun keyfi gerekçelerle fişlenip işinden gücünden edildiği, sakallı, başörtülü sıradan insanların bile psikolojik baskıya maruz kaldığı bir dönem yaşamıştık. 28 Şubat darbesinin ilk amacı yıllar sonra Erbakan başbakanlığında kurulan milli bir hükümetin devrilmesiydi. Çünkü Erbakan hocanın özellikle ekonomi politikası gerek yurtiçinde gerekse Türkiye’yi sınırlarını çizdikleri dar kalıbın içinde istedikleri gibi yönlendirmeye alışmış batılı ülkeleri rahatsız etmişti. Faizi minimize eden, üretim ve kalkınmadan yana olan, Anadolu sermeyesini destekleyen bu milli ekonomi politikası İstanbul sermayesinin keyfini kaçırmıştı. Çünkü istikrasız bir ekonomide üretmeden sadece faiz geliriyle çok ciddi kazanç elde eden İstanbul sermayesi bir de Anadolu’nun rekabetçi gücünü görünce hemen ayağa kalktı.
Hatırlarsınız yeşil sermaye o günlerde tedavüle sokulan bir kavramdı. 28 Şubat sürecinde gücün askerin elinde olduğunu fark eden İstanbul sermayesi askere şirin görünmek için peş peşe adımlar attı. O dönemde hortumlanan bankalarının neredeyse hepsinin yönetim kurulunda en az bir emekli general vardı. Yönetim kurulu üyelikleri generallere ikinci bir emekli ikramiyesi olmuştu. Tabi bu generaller karakaşları kara gözleri için istihdam edilmiyordu. Askere bizde sizdeniz mesajı verilip ihalelerde her türlü kolaylık sağlanıyordu. 28 Şubat sürecinin akabindeki 2001 krizinde hortumlanıp batırılan bankaların ülke ekonomisine zararı en az 50 milyar dolar olarak hesaplanıyor.
Ülkeyi hem ekonomik hem de dini yönden zayıflatmaya çalıştılar ama başarılı olamadılar. O dönemin kudretli askerlerinden, siyasetçilerinden bugün kaç tanesi hatırlanıyor. Bir dönem DSP diye bir vardı bilmem hatırlayabildiniz mi(!) ?Öte yandan Erbakan hocanın fikirleri, eserleri ilk günkü gibi hatırlanıyor. Eğer başarılı olsalardı Türkiye’yi Zeynel Abidin Bin Ali dönemindeki Tunus’a benzeteceklerdi. Bin Ali devrilmeden önce Tunus’ta sivil vatandaşlar başörtüsü ile kamu kurumlarına bile alınmamaya başlanmıştı Ülke ekonomisi sivil ve askeri bürokrasinin gölgesindeki işadamlarına emanet edilip, din ise laiklik adı altında mümkün olduğunca yozlaştırılacaktı. 28 Şubat döneminde popüler olan “din adamlarını” bir hatırlayın. Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk vb. O dönemde tavuktan kurban olup olmayacağını, akşam içki içip ertesi gün oruç tutulup tutulamayacağını tartışıyorduk. Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı, Fadime Şahin gibi yetiştirilmiş figüranları kullanarak, Türkiye’nin radikal dincilikten ılımlı İslam’a geçmesi gerektiğini pazarladılar. Ilımlı İslam dedikleri nedir derseniz en iyi tanımı rahmetli Erbakan hoca yapmış; “Ilımlı İslam’ ile ne anlatılmaya çalışılıyor? Yani cihat şuuru olmayacak, Hak ve adaleti hâkim kılma gayesi ve sorumluluğu taşımayacak, bozuk ve batıl düzene karışmayacak, Yahudi’ye hizmetçilik yapacak; ama namaz kılacak, oruç tutacak, umreye koşacak… Dünyadaki ve ülkedeki düzeni, Siyonist merkezler tanzim edecek. Sen sadece Yahudi’ye vergi ve faiz ödeyeceksin, aldığın her malın fiyatının yarısını sömürü sermayesine haraç olarak vereceksin; bir nevi küresel sisteme demokrat kölelik edeceksin, ama izin verilen ibadetleri de yerine getireceksin… İşte ılımlı İslam dedikleri bu.”
28 Şubattan bugüne baktığımız zaman çok ciddi badireler atlattığımızı görebiliriz. Fakat her zaman tetikte olmalıyız. Fırsatını bulurlarsa günümüzde de IŞID’i bahane edip benzer bir tabloyu oluşturmaktan geri durmayacaklardır.