Mehmet Toker
Mehmet Toker Yeni Nesil Kimin Eseri?

Yeni Nesil Kimin Eseri?

Fulbright Antlaşması'nın 60. yılında, yeni eğitim-öğretim sezonunu açmış bulunuyoruz.  Her ne kadar eğitim-öğretim sezonu desek de özellikle ilk günden yansıyan bir takım fotoğraf karelerinin eğitimin artık bittiğini, tamamen öğretim endeksli bir eğitim anlayışımız olduğunu ifade edebiliriz. Eğitim-öğretim dediğimiz zaman genellikle bu iki kelimenin birbirinin aynısı ya da birbirine çok yakın anlamlar ifade eden, iki kavram gibi anlaşıldığını, yorumlandığını görüyoruz. Halbuki eğitim tarif olarak; "yetişmiş olan neslin, yetişmekte olan nesle tecrübelerini aktararak, yetişen neslin tavır ve davranışlarını değiştirerek, toplum içerisinde yaşamasına uygun hale getirmesi" olarak tarif ediliyor. Bir başka tarifte ise Eğitim; "kişinin zihinsel, bedensel, duygusal, toplumsal yeteneklerinin ve davranışlarının istenilen doğrultuda geliştirilmesi, ya da ona bir takım amaçlara dönük yeni yetenekler, davranışlar, bilgiler kazandırılması yolundaki çalışmaların tümüdür. Eğitimi en yaygın ve bilindik kullanımıyla; bireylerin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla kasıtlı ve istendik (eğitimin amaçlarına uygun) değişmeler meydana getirme sürecidir" diye tanımlanıyor. Öğretim ise; "belirli bir konunun, belirli bir disiplinin öğrenilip, kullanılabilir hale getirilmesi ameliyesi" olarak tarif edilmiş.  Eğitim, daha ziyade ahlak ve davranış ile alâkalı iken; öğretim, bilgi ve beceri ile alâkalı bir kavram.

Pazartesi günü, kendi evlatlarımı okullarına yerleştirmek için, birkaç farklı okulda bulunmak durumunda kaldım ve okul müdürlerimizin ilk gün açılış konuşmalarını dinledim. Mesela, bir kız İmam Hatip Lisemizin müdürü, öğrencilerin, okula makyajlı gelmemeleri hususunda uyarıda bulanıyordu. Yine öğrencilerin uygunsuz kıyafetlerle okula gelmemesi hususunda uyarıları vardı. Fakat Müdür Bey, bu uyarıları yaparken, Müdür Bey'in hemen sağında solunda bulunan öğretmenlerin, öğrencilere davranış kazandıracak eğiticilerin, Müdür Bey'in kastetmiş olduğu bu kriterlere uymadığını gözlemledim. Ergenlik dönemindeki yüzlerce kız çocuğu, bir taraftan müdürün yasaklarıyla karşı karşıya kalırken, diğer taraftan dersine giren öğretmenlerin full makyajlı görüntüsünü veya Müdür Bey'in uygunsuz kıyafet diye tanımlamış olduğu kıyafetlerle kendisine rol model olan öğretmeninin arasındaki çelişkiyi kendi iç dünyasında nasıl izah edebilecek? Diğer taraftan internette, televizyonda kendisine rol model olarak sunulan ve yanlış örneklemleri görerek bilinç altına yerleştirilen çocukların, bu konuda Müdür Bey'in açılış konuşmasındaki telkinlerine nasıl bir alaycı ve istihzai yaklaşımla bıyık altından güldüklerini  görmek de işin acı tarafı.

Bizler artık öyle bir hale geldik ki; puanı en yüksek olan, üniversiteye en fazla öğrenci gönderen okulun, en iyi okul olduğu kanaati ile hareket ediyoruz. Matematik, Fen, Türkçe, Tarih, Coğrafya, İngilizce öğretmek ayrı, bu çocuklara ahlak kazandırmak, tavır ve davranışlarında bilinç oluşturarak, toplumda yaşayabilecekleri hale getirmek çok daha ayrı bir şey. Yine farklı bir okul müdürümüz:  "bendeki en iyi matematikçilerin, fizik kimya biyoloji hocalarının maaş karşılığı 15 saat zorunlu derse benim okulum da girip, benim okulumda ek ders almaktan kaçınıp, gidip özel kolejlerde resmi  +8 saat ek derse giriyor   ama onun ötesinde gayriresmi ne kadar derse girdiğini ben bile bilmiyorum!!!" diye şikayetlenmesi ve yakınması, aynı zamanda eğitim sistemimizin bazı açıklarının nasıl suistimal edildiğini göstermesi açısından ilginçtir. Şehrin farklı yerlerinde ve özellikle Milli Eğitim Müdürlüğü'nün karşısına denk gelebilecek reklam panolarında kadrosu Milli eğitim'de olan, Milli Eğitim'de maaş karşılığı 15 saat zorunlu! derse giren, Matematikçi, Türkçeci (Edebiyatçı), Fenci (fizik, kimya, biyoloji) gibi öğretmiş olduğu derslerin, üniversite sınavında getirisi yüksek olan kaliteli  öğretmenlerinin, özel kolejler tarafından kadromuzda diye reklamlarının yapıldığını ama Milli Eğitim tarafından buna hiçbir şey yapılamadığını ifade etmesi çok düşündürücüdür.

Bugün liseyi bitiren bir gencin, matematikte, fende, İngilizce'de, Türkçe'de bıraktığı net sayısı başarı olarak veya iyi eğitim aldığının bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.  Okullar, üniversite sınavında tüm branşlarda  full çıkarmış, ancak binmiş olduğu toplu  taşıma aracında yaşlı veya hamilelere yer vermekten dahi imtina eden, içerisinde küçüklerine karşı hiçbir şefkat ve merhamet duygusu olmayan, bütün yaşıtlarını yenilmesi gereken rakip olarak gören, tarih şuuruna, milli kimlik anlayışına sahip olmayan, parayı hayatının merkezinde ve odağında gören, egoist, benmerkezci, astlarını ezmeyi güç olarak görüp, üstlerine yalakalık yapmayı hedefe giden yolda herşey mübahtır şeklinde değerlendiren, hayata atıldığında parası kadar konuşan, evliliği sadece haz paylaşımı ve iyi günlerde sürdürülen zorunlu bir cinsel birliktelik olarak gören  bir genç üretiyorsa; o zaman "eğitimimiz gerçekten milli mi?" diye sormamız gerekiyor.

Okulların ilk ilk günü ile alakalı sosyal medya ve bazı haber kanallarına düşen bir görüntü aslında eğitimimizin ne kadar milli olduğunun sorgulanması açısından çok daha farklı bir boyuta taşındı.  0.7 yüzdelik diliminde, 484 taban puanla öğrenci alan Kadıköy Anadolu Lisesi'nde okula yeni başlayan 9. sınıflara çömez muamelesi yapılarak simit atılması görüntüleri bu ülkedeki milli olan herkesi rahatsız etti. Bu videoda bu hadisenin öğretmen ve muhtemelen idarecilerin gözü önünde gerçekleşiyor olması ise hassasiyet taşıyan insanları belki bir kat daha fazla şaşırttı. İşin daha da ilginci, bu saçmalığın gelenek haline getirilmiş ve her yıl tekrarlanan bir davranış biçimi olarak ifade edilmesi idi. Videoyu izleyen insanların yorumlarının büyük bir kısmı, nimet olan simitin ayaklar altına atılması, öğrencilerin geçişi bittikten sonra da okulun temizlikçileri tarafından süpürülerek kaldırılmasına  tepki olarak gerçekleşmiş. "Nimete hürmetsizlik" biçiminde ifade edilmiş. Ancak burada asıl durup düşünmemiz gereken konu şudur: Bu gelenek kimin geleneği?  Ve bu şekilde bir anlayışın "gelenek" olarak işlenmiş olduğu liseden mezun olan ve yarın bir gün de Türkiye'nin sayılı üniversitelerini kazanıp, mesleki kariyer anlamında belirli noktalara gelecek olan bu çocuklarımız, bu millete, bu devlete, bu topluma ne verecekler, nasıl bir katma değer de bulunacaklar? Bunun düşünülmesi gerekiyor. Elbetteki tek bir okulu yargılamak gibi bir ucuzculuğa da girmek istemiyorum.  Ancak bu veya benzeri pek çok nahoş ve milli olmayan davranışların, okulların açılış gününde ya da mezuniyet diye tertip edilen dönemlerde ortaya çıkması şunu gösteriyor ki; biz öğretim verdiğimiz gençlerimizi maalesef eğitemiyoruz.

"Bir akıllıya, kırk gün deli derseniz, deli olurmuş" anlayışı var ya, işte okullarda eğitim diye yapılan ve neticede gençlerimizin yabancılaşmasına sebep olan durum tam da bu ifadeye denk düşüyor. Öğretimde bile özellikle tarih öğretimi konusunda da başarılı olduğumuz söylenemez. Çünkü tarih öğretimi gençliğimizde bir şuur ve bilinç oluşturmuyor. 12 yıldan sonra Osmanlı'ya küfreden, Osmanlı düşmanı, hilafet düşmanı, din düşmanı, dini değerlere uzak bir nesil yetiştiriyoruz. Oniki  yıl boyunca çocukların bilinçaltına kazınan, doğru diye öğretilen, yakın tarihle alakalı yalan yanlış bilgiler, ortaya kendi toplumuna yabancı, milletine düşman, mazisiyle kavgalı bir toplum meydana getiriyor.

Onun için eğitim-öğretim sezonunun başında şu gerçeği öncelemek durumundayız.  Bütün çocukların, doktor olması, mühendis olması, ekonomist olması beklenilmemeli, hedeflelenmemeli ama bütün çocukların adam gibi adam olması, bilinçli, şuurlu, hakkaniyetli, hakka hukuka saygı duyan, şefkatli, merhametli, îsâr duyguları gelişmiş birer birey olması sağlanabilinirse o zaman eğitimde başarıyı yakalamışız demektir. Aksi halde gelecek adına endişe duyanların haklılığı maalesef bir kez daha ispat edilmiş olacaktır. Onyedi yılda pek çok alanda devrimler gerçekleştiren yönetimin eğitim alanında gelecek nesillerin inşaası için her şeyden önce 1949'da imzalanan fulbright anlaşmasının prangalarından kurtularak, kendi milli menfaatlerine uygun bir eğitim müfredatına, eğitim anlayışına geçmesi gerekiyor. Adalet ve ahlâkı geliştirmeden,  bilgiyi ve bilimi geliştirirseniz ortaya gözünü para hırsı bürümüş, kendisinin dışındaki bütün insanları nesne olarak gören, egoist, psikopatik tipler yetiştirirsiniz. Eğitim ciddi iştir, ihmale gelmez. İhmal edilirse, faturası çok ağır olur.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi