Yaş 35, yolun neresi?
“35 yaşındayım, daha hiçbir şey yaşamadım ki ortasında olayım hayatın…” Bir dönemin kült dizisi Yeditepe İstanbul’un finalinde Yusuf böyle deyip hayatın en fazla kenarında olduğunu söylemişti. Tahmin edeceğiniz gibi bu bir 35 yaş yazıdır. Hafta sonu 35 yaşıma girdim. 18 yaşından sonra, 40 yaşından önce sorgulanması gereken bir yaş… Aslında edebiyatın bir gücü. Dante vakti zamanında insan ömrünü 70 yıl hesaplamış. Cahit Sıtkı Tarancı da meşhur şiirinde 35 yaşın yolun yarısı olduğunu söylemişti. Dante’nin 56, Cahit Sıtkı’nın ise 46 yaşında vefat etmesi kaderin bir oyunu galiba…
İnsan hissettiği yaştadır, erkekler büyümeyen bir çocuktur vb. genellemelerin doğruluğu kişiye göre değişir. Ben, hepimiz ölecek yaştayız felsefesini daha doğru buluyorum. Zaman gelip geçiyor, yaşımız birer sayıdan ibaret kalıyor. Dünyadan göçmeye niyeti olmayanlar 35 yaşı bile artık gençliğin ilk devresi olarak görüyorlar. 60, 70 yaşın orta yaş kabul edildiği bir ortamdan bahsediyoruz.
35 yaş olayını biraz kafama taktım. Yaşlanıyorum korkusu değil bu. Yaşlanmakla bir derdim yok. Fazla yaşayıp, ele ayağa düşeceğimize bu dünyayı tadında bırakmak imkânı olana en iyisi(!) İmkân elbette lafın gelişi, kimin ne kadar yaşayacağını, hangi şartlarda öleceğini Allah bilir. Tercih hakkım olsa 63 yaşına girmeden bir gün önce ölmeyi isterdim. Kızım 30 yaşını geçmiş, kendi düzenini kurmuş olurdu. Zaten baki kalan kubbede hoş bir seda imiş.
Okul bitip, iş hayatı başlayınca insan gerçeklerle karşı karşıya kalıyor. Gerçeklerle mücadele ederken de zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Önceden beri zamanla sıkıntı yaşayan bir insanım. Hiçbir zaman çok sıkıldım, vakit geçmiyor demedim. Tam tersi zamanın hızlı geçmesinden mustaribim. 2010 yılında üniversitenin bitmesiyle birlikte zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım. Son 11 yılım ise gurbette geçti, geçiyor. Şafak karanlık. Önce İstanbul, ardından Ankara. 40 yaşından önce memleketime dönebilmek en büyük dileğim, inşallah nasip olur. Gazetemiz Yeni Haber’de yazmaya daha yeni başladık derken sekiz sene olmuş, fosilleşeceğimiz günler yaklaşıyor. Hep bir koşuşturmanın içeresindeyiz, mutlu muyuz sorusuna verdiğimiz cevap çok hızlı değişiyor. Şükretmeyi unuttuğumuz anlarda sıkıntı başlıyor. Sağlımız yerinde, mutlu bir yuvamız, hayırlı bir evladımız var. Daha ne olsun.
Bizi yoran güncel meseleler. Memleketin derdiyle elbette dertleniyoruz. Tanpınar’ın Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor sözünü kaç sefer alıntıladık, daha kaç kez daha paylaşmak zorunda kalacağız bilmiyorum. Yeni dönemde önümüzü görüp, biraz rutin bir hayat yaşamak en büyük isteğimiz. Bu konjonktürde işimiz zor. Ülkemizin geleceğine dair hep iyi niyetliyiz ama felâket tellallarının dedikleri oluyor. Daha kötüsü olmaz derken en kötüye doğru biraz daha yaklaşmaktır belki de bizi yoran. En kötünün ne olduğunu ise bilmiyoruz.
Bu yaşımıza kadar elbette çok hatamız, yanılgımız oldu. Bilerek kul hakkı, haram lokma yememek, yedirmemek kârımız. Çok şükür yanıldım, ziyan oldum diyecek kadar büyük bir felâket de yaşamadık. Çektiğimiz dertleri, sıkıntıları fazla dile getirmeyip, içimizde yaşamamız elbette bizim zararımıza, ceremesini ileride çekeceğiz. Psikolojik olarak çok sağlıklı olduğumuz söylenemez. Şiddete meyyalimiz vallahi dertten ama şiddetimiz, celâlimiz kendimize.
Ömür yolculuğunu kaç yaşında tamamlayacağımızı elbette bilmiyoruz. Kalp krizi veya beyin kanamasıyla tamamlayacağız büyük bir ihtimalle bu stresli hayatı. Secdede son nefesimizi vermeyi hak edecek kadar imanımız yoktur ama huzur içerisinde yatağımızda ölsek de fena olmaz yani. Bütün bunlar sadece ihtimallerin dile getirilmesi, sonucu ölüp göreceğiz. İnşallah arkamızdan iyi bilirdik diyen birileri çıkar…