Ukdem Apartmanı
Yıl 1985’ti. O eski kerpiç evimiz yıkılmış, yerine bir apartman yapılmıştı. Karşılıklı iki daireden oluşan bu apartmanın altında da dükkânlar vardı. O dükkânlardan biri de bana ikinci bir Seval Bakkaliyesi oldu. Orada on yıl bakkallık yaptım, belki de ömrümün en güzel yıllarıydı o on yıl. Diğer dükkânlar ise emaye tencere satan Trabzonlu Metin ve İbrahim kardeşler (Ustacı), bakkal Şenol ve kardeşi Seyit Ali ve orloncu Fahri Pekolgunçelik. Fahri abi aynı zamanda benim dükkânın üstündeki dairede eşi Rukiye abla, çocukları Fatma ve Mustafa ile birlikte oturuyordu. Onun üstündeki dairede biz Ukdem ailesi yer alıyorduk. Kardeşlerim o apartmanda evlenmiş, ilk yeğenlerim orada doğmuşlardı. Bizim üstümüzde Muzaffer Hançerli, eşi Nuriye abla ve çocukları Fazilet ve Fatih ikamet ediyorlardı. Onların karşında Tutuplu Ali dede ve eşi Sıdıka nine kalıyorlardı; altındaki iki dairede ise baba oğul Süleyman dayı ve oğlu Hasan abi varlardı. Süleyman dayı eşi Şerife yengeyle alt katta, Hasan abi eşi Şerife abla ve çocukları Havva, Halime, Dönüş, Naciye ve Süleyman’dan oluşan ailesiyle bizim karşımızdaki dairede oturuyorlardı. Aşağıda tek daire vardı ve orada da Hakkı abi ile eşi Fadimana abla yaşıyordu. Mahalleye bizim gibi birkaç apartman daha yapılmış olsa da büyük ölçüde o toprak damlı ya da kiremitli kerpiç evlerden oluşan dokusunu koruyordu. Bu yüzden komşulukların, dostlukların, arkadaşlıkların samimi havası devam ediyordu. Ben sabah yedi gibi dükkânı açıyor ve müşterilerimle, komşularımla, arkadaşlarımla ticaretten öte bir muhabbetle akşamları ediyor, gelen zamanı yaşıyordum. İlk aşkımı o günlerde yaşadım, mektup arkadaşlarımla o yıllarda tanıştım ve o atmosferde şiir yazmaya başladım.
Dükkân komşularımla da ev komşularım gibi muhabbet ediyor, zamanı güzelleştiriyorduk. Çivili tahta üzerinde madeni para ile oynadığımız tiktaklar, Mahmut (Kesek) abiyle ettiğimiz futbol muhabbetleri, bulmaca ayinleri ve günlük hayatın ayrıntılı analizleri, Mustafa Kahraman ile oynadığımız satranç oyunları, Fenerbahçe Beşiktaş tartışmaları, şiir ve edebiyat konuşmaları, okuldan izinli olan ya da kaçıp yanıma gelen Lütfü Kılıç, Yusuf Koyuncu, Fatih Bitgi, Yasin Filik ve sanayide çalışıp izin günlerinde soluğu benim yanımda alan İsmail Turan, İbrahim Elvan, Veysel Geçer, Ali Geçer, İbrahim Turşu, Adem Bayam, Davut Helvacı ve ikindi sohbetlerimizin meddahı Yakup Kaya ağabey, Vefa Türkmen ve daha niceleri. Buraya hepsini yazabilsem uzar gider bu yazı… Kanarya Spor’u, Aydan Spor’u orada kurmuştuk arkadaşlarla beraber. Çok güzel bir serüvendi mahallemizin temsili ve prestiji açısından ve çok güzel arkadaşlıklara vesile olmuştu.
Sokak arasında oynadığımız futbol maçları, komşu kadınların sitemi, çocukların coşkusu, eli boşların seyretmesi… Ayrı ayrı anlatılması gereken mevzular aslında. 1987’de emaye tencere satan arkadaşların boşalttıkları dükkâna açılan Sinan Pastanesi ve Erdoğan abi, Erhan abi ve Mehmet Alatlı ile uzak komşuluğumuzu yakınlaştırmamız. Yazın dondurma serinliği, kışın salep sıcaklığı muhabbetlerimize eşlik ediyor, güzel bir romandan eksilen sayfalar gibi gönlümüze anlatılması güç hazlar bırakarak geçip gidiyordu zaman.
Doksanların ortasına geldiğimizde çevremizdeki komşular da evlerini müteahhitlere verip yerlerine apartmanlar yapılmasına karar veriyorlardı bir bir. Mahallenin çehresi değişiyor, komşuların çoğu şehrin çeşitli yerlerine dağılıyorlardı. Sadece mahalle değil, bizim apartmandaki komşularımız bile daha yeni binalardan daire alıyor ve arkalarında pek çok hatıra bırakarak gidiyorlardı. Mahalle gelişiyor, şehir büyüyor, ülke çağ atlıyor ve dünya bambaşka bir hayatın esiri oluyordu. Ruhun konforunun yerini, bedenin refahı alıyordu. Bir taraftan evler betonlaşırken, bir taraftan da teknoloji gelişiyordu. Çamaşır makineleri, buzdolapları, bulaşık makineleri, elektrikli süpürgeler teker teker evlere giriyor, televizyonlar renkleniyor, bilgisayarlar yavaş yavaş hayatımızda yerini alıyordu. Artık kadınlarımızın çamaşır günleri olmuyor, asfaltın üstüne çıkardıkları halıları toplanıp toplanıp çırpmıyorlardı.
Yeni gelen hayat tarzı karşısında direnmenin anlamı da yoktu, imkânı da… Bu bir vakıaydı ve hiçbir yer, hiçbir kimse kaçamazdı. Ukdem Apartmanı Araplar Mahallesi’ne yapılan ilk beton binalardandı, sonra her yer bunlarla doldu. Benim hayıfım bu değil. Benim içimi yakan değişen hayatla kaybolan komşuluklar, dostluklar, arkadaşlıklar. Çocukluğumuzun ve gençliğimizin hatıralarıyla dolu olan o mahallenin hiçbir benzerlik olmadan farklı bir yaşam tarzına evirilerek, altına bütün güzellikleriyle, yaşanmışlıklarıyla o güzel mahalleyi alıp yok etmesi…
Keşke yeni dünya düzenini, insana değer veren bir medeniyet kurabilseydi…