Esra Akyol
Esra Akyol Türkiye’nin değişmeyen gerçeği

Türkiye’nin değişmeyen gerçeği

Bulunduğu coğrafi konum nedeniyle dünyanın kendi içindeki normal doğa olaylarından biri olan depreme her zaman hazırlıklı olması gereken bir ülke olarak, yaşadığımız her depremde şaşırıyoruz. Bu gerçeği bilmiyormuş gibi davranıyoruz. Öyle davranmak işimize geliyor belki de. Yaşadığımız her depremde aldığımız ağır kayıplar için yetkilileri suçlayıp işin içinden çıkıveriyoruz. Ama sonuç yine aynı. Bir kaç yıl sonra yine bir deprem. Yine yıkılan çürük binalar, verilen ağır kayıplar, giden canlar, parçalanan aileler...

Bizim gibi bir deprem ülkesi olan Japonya, beşik gibi sallanıyor ama bir tane bile bina yıkılmıyor, kimsenin burnu bile kanamıyor. Bu nasıl oluyor anlamak zor değil. Japonya'nın yaptığı gibi bir deprem ülkesi olduğumuzu kabul etmek ve bu gerçeğe göre yaşamak gerekiyor. Binaları buna göre yapmak, yapılmasını sağlamak... Yapmayanlara ağır cezalar verilmeli ki bir daha kimse buna cesaret edemesin. İzmir'deki depremde ihmal var mı diye sormak abesle iştigal olur. Oradaki tablo bize gösteriyor ki deniz kumuyla, ince demirlerle yapılan binalar yıkıldı, sağlam yapılan binalar ayakta kaldı. Demek ki sorun depremde değil bizde. Demek ki deprem öldürmüyor, çürük binalar öldürüyor.

Denetlenmeyen yapılarda yetkililer ne kadar suçluysa, malzemeden çalıp çürük bina yapan müteahhit ne kadar suçluysa, denetlenip oturulamaz raporu verildiği halde hala o binada oturup çoluk çocuğunun canını tehlikeye atan vatandaşta o kadar suçlu. 1999 İstanbul depremini yaşayan bir ülke olarak hala işin ciddiyetini anlayamamamız gerçekten ülke olarak bir akıl tutulması yaşadığımızı gösteriyor ve maalesef bir kez daha anlıyoruz ki kurallara uygun yapılan kentsel dönüşüm çok önemli. Bu durumda kentsel dönüşüme direnen, eski evini yıktırmak istemeyen ya da evine verilen değeri az bulup işi yokuşa sürenler bir kez daha düşünsün. Çünkü bir gün hepimizin başına gelebilecek bir doğal afet deprem.

Yaşadığımız şu son 5-6 günde hayatın ne kadar kısa ve hırsların ne kadar anlamsız olduğunu bir kez daha anladık. Enkaz altından günler sonra çıkarılan küçük bedenler Allah'tan umut hiçbir zaman kesilmez dedirtti bizlere bir kez daha. Gözyaşlarımızı tutamadan izledik Elif'in, Ayda'nın beton yığınları arasından sapasağlam çıkarılışlarını. Millet olarak hiçbir siyasi görüş gözetmeksizin tek bir duyguda birleştik yine.

İzmir'e Türkiye'nin her yerinden ilk andan itibaren yardıma koşan ekipler, sivil toplum kuruluşları, devletin organları,  gönüllü vatandaşlar canla başla hiç durmadan gece gündüz çalıştılar. Bir bedene daha canlı ulaşabilmek için insanüstü bir çaba gösterdiler.

Depremden sağ çıkarılanların yanında ne yazık ki cansız bedenine ulaşılanlar da az değildi. Depremin gündüz öğle saatlerinde olması çoğunluğun o saatlerde evlerinde olmaması büyük bir şanstı. Ama bu ailelerin parçalanmasına engel olamadı. Deprem anında genelde babalar işte, anneler çocuklarıyla evdeydi. Kimi ailelerde anne kurtuldu, çocuklar öldü ya da çocuklar kurtuldu anne öldü. Kardeşlerden bazıları kurtuldu bazıları öldü. Yani bir daha yeri dolmayacak kayıplar verildi. Anne babaların yüreğine evlat acısı, evlatların yüreğine anne baba acısı düştü. Tabii ki kaderlerinde bu varmış ama biz tedbir bizden takdir Allah'tan deyip önce tedbirimizi almalıyız. Eşeğimizi sağlam kazığa bağlamayıp eşek kaçınca, bu eşek niye kaçtı demeye hakkımız yok.

Böyle olayların sonunda genelde çürük yaptığı için inşaat şirketini, denetlemediği için devleti suçlarız. Ama sırf ev sahibi olabilmek için en ucuzunu ya da görünüş olarak en güzelini arayan ve aldığı evin nasıl yapıldığını hiç araştırmayan ya da eski çürük evinde ısrarla oturmaya devam eden vatandaşın hiç mi suçu yok. Eğer biz hakkımızı aramazsak kimse bize onu altın tepside sunmaz.

O yüzden bir an önce devlet, vatandaş, müteahhit sorumlu kim varsa şapkasını önüne alıp düşünmeli ve aynı acıları bir kez daha yaşamamak için herkes üstüne düşeni yapmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esra Akyol Arşivi