Tükeniyorum Mevsim Mevsim
İşte böyle Paşam, eskimeye bile fırsat ve imkân vermiyor son çağın zafer sarhoşları. Oysa eskiyebilmeyi isterdim. Siyah beyaz bir fotoğrafın zihnimizde bıraktığı o derin hasreti bildiğim halde, duvarda asılı eski bir çerçevede kalabilmek arzusu beyhude bir çaba mıdır?
Damıtarak içimdeki tüm iyi niyetleri beni seven birinin elinde vefayla tutulabilen bir mektubun ilk cümlesi olmak ve son cümlede de aynı hazla okunabilmek çabasındayım. Oysa ne çabuk tüketiyor beni ve harcıyor birileri. İyi olmak yetmiyor, iyimser olmak nakıs bir beklenti sadece.
Şimdilerde her şeyin bir miadı var hani zamane deyimiyle; son kullanım tarihi. Hiç bir şey kullanım tarihinden öteye geçemiyor. Kullanıyor ve atıyorsun. Eşyaların, yeni olduğu için değil, kullanılmaya daha elverişli olduğu için aldıklarından ibaret. Şimdilerde tamir edilebilen şeyler ne kadar az, son modelini almak için bunca fırsatın varken… Oysa bir eşya olmasa da kırılan bir kalp tamir edilebilir, gönül almak bir ihtimaldir.
Ahşap bir evin, çamur sıvalı duvarında, paslı bir çiviye asılmış duvar saati olarak hatırlanmak ne kaybettirir bana? Evin sahibesinin bana bakarak yoldaşını, eşini beklemesi, çıkardığım tik tak sesleriyle apalak çocuğun uykuya dalması, yağmurun camlara vurması… Tüm bunları seyre dalmak ve bu evin tüm zamanlarına şahit olmak, eskimek değil de nedir? Artık zembereğim çalışmasa da aynı duvarda aynı alakaya muhatap olarak kalabilmenin hiç mi değeri olmayacak?
Tükeniyorum kendi ellerimde, ne kadar çabuk harcıyorum kendimi. Yarına benden ne kalacak? Beni anınca birileri iç çekip iki kelam dua etmeyecek mi? Bir zamanlar benim de yaşadığımı, doğum ve ölüm tarihlerimi yazan mezarcıdan başka bilen olmayacak mı?
Eski şarkıları neden daha fazla seviyorum? Tek sesli bestelere alışık olduğumdan mı neşet… Neden hep düne bakıp yarınlara ümitleniyorum? Annemin ninnilerini neden aynı huzurla hatırlıyorum, şimdi biliyorum. Eskidi onlar, eskidi ve ben onlara daha çok sarıldım.
Eskimek; bitip tükenmenin hal çaresi… Çocukluğumun en sağlam anılarını eskimediklerini için hatırlıyorum. Dikenli tellere takılıp yırttığım gömleğimi dikerken batmıştı annemin eline iğne ve ben ilk kez kan görmüştüm. Ve ilk kez “annemle” dolmuştum, annemin varlığıydı büyüten ve besleyen. Annem yoksa yoktum sanki ve o gün anlamıştım hatıralarımın hep annemle dolu olduğunu. O gömleği annemin çeyiz sandığında görünce anladım eskimenin kıymetini.
Eskiyorsak korkma Paşam, bir sandıkta saklanma ihtimalin var demektir. Gözden kaybolup gitsen de seni anınca hisleri depreşen birileri var demektir. Eskimekten korkma, tükenip harcanmak gibi feci şeyler varken.
Yıllar sonra eski bir fotoğrafımızı ellerine alınca güzel ve anlamlı şeyleri anacak birileri olsun diye ne çok yorduk kendimizi. Sevdalarımız, acılarımız, hüzünlerimiz o halleriyle yer buldu kendi sandığımızda. Babamın aldığı ilk oyuncağı hatırlıyorum misal ve ne çok mutluyum. O tahtadan kılıç, benim en kahraman yanımdı. Sağı solu yıprandı, rengi soldu, üzüldüm ağladım ama kaybolmadı, eskidi sadece. Şimdi çocuklarıma aldığım hangi oyuncak eskiyecek, hangi oyuncağı saklayacaklar yanlarında bilmiyorum.
Takvim yaprakları seni ve beni tüketiyor sanma. Yok olup giden, zamanın kendisi değil Paşam. Olan biten, zamanı yaratanın bize hazırladığı kaderi görmek için takdir edilen mühlettir.
Beni harcayıp tüketenlere inat, eskiten ve ben eskidikçe eksiltmeyen yüreklere ne çok muhtacım…