Şehir büyürken
“Dindarlık şehrin büyümesiyle azalır. Şehir ne kadar büyürse üzerindeki gök de o kadar küçülür.” Aliya’nın bu sözünü okuduğum zaman, derin bir düşünceye daldım; çocukluğumun ve gençliğimin Konya’sını gözlerimin önüne getirmeye ve bugünle kıyaslamaya çalıştım. Gerçekten de bu kadim şehir benim fani ömrümün yarım asırlık bölümünde ne çok büyümüş, gelişmiş, değişmişti! Üstünkörü dökülmüş asfaltlardan oluşan caddeler, toz toprak içinde sokaklar, kerpiç evler bir bir canlandı hafızamda. Ekmeğinin derdinde mütevazı komşular, yamalı pantolonlu çocuklar, çoğu sanayi işlerinde ter döken gençler, işsiz babalar, çaresiz anneler... Bir film şeridi gibi geçerken bütün bunlar, anladım ki bugün, dünle kıyaslanamayacak kadar gelişen bu güzel şehir, değişirken, gelişirken birçok filizin, birçok iyiliğin, güzelliğin üstünden de bir silindir gibi geçmiş zamanın marifetiyle.
O gün şehrin bağrında daha imanlı bir kalp atıyormuş sanki. O günün dar gelirli insanları, bugünün hali vakti yerinde insanlarından daha çok inanıyorlarmış sanki Allah’a. Erkekleri daha tevekküllü, kadınları daha makulmüş. Analığın babalığın hakkını verebilmek, kulluğun gereğini yerine getirebilmek için daha inançlı, daha gayretli ve daha şevklilermiş. O gün okuyan çocukların azlığı, bugün her gencin okuma zorunluluğundan masummuş. Kerpiç evlerde dedelerinin ellerinin değdiği Kur’an’a el süren gençler, cuma gecelerinde okudukları surelerle, ettikleri dualarla bu şehre güç kuvvet katıyorlarmış. Televizyonun, bilgisayarın olmadığı, internetin hiç bilinmediği o evlerde hakkıyla biliniyormuş Allah. O günlerde at arabalarıyla, Arçeliklerle yapılan dolmuşlar bugün otobüslere, tramvaylara hatta yapılması planlanan metroya evrilirken, insanlar vardıkları yerlerde o günkü huzurlu sokakları, mahalleleri ve sevgiyle bakan insanoğullarını bulamaz olmuş.
O gün gök delinmiş gibi yağan bereketli yağmurların yerine, bugün yerden gökdelenler yükseltilmeye başlamış. İnancımızın yerini, başkaldırı almış bir anlamda. Bulutların seyrüseferini takip etmek gözlerimize çok görülmüş. Gece sayamadığımız yıldızlar bile azalmış bakışlarımızın menzilinde. Gök deyince aklımıza, güneş, ay, yıldız, bulut, yağmur ve Allah gelirken, şimdilerde uçak, helikopter, uzay mekiği ve meteoroloji gelir olmuş. Kur’an eğitimi, çocuklukları, gençlikleri eğitim uğruna gasp edilen gelecek neslimizin yaz tatillerine sıkıştırılmış, camilerimiz apartmanların arasında nefessiz bırakılmış ve komşu dayanışmalarına karşın banka kredileri özendirilmiş, kimsenin kimseye minneti kalmamış. Zaman delice akarken, insanlar zamandan sadece bu deliliğini almışlar, olgunlaştırmasına, kemale götürmesine ve tekâmül ettirmesine müsaade etmemişler.
Eskiler azamet zarafete manidir derken ne kadar haklılarmış. Okullarımız, hastanelerimiz ve sanayi bölgelerimiz çoğalmış, fabrika sahalarımız artmış ama bunlar kadar çoğalan camilerimiz manevi havasını büyük ölçüde yitirmiş. Kalkınmanın maddi yönünü başarma yolunda epey ilerlemişiz fakat manevi tarafında büyük yaralar almışız. Her koyun kendi bacağından asılır düsturuyla yaşayan bir güruh gelip oturmuş şehrin en güzel yerlerine. Zekâtı kolilere, kurbanı hayır kurumlarına, haccı kuraya bırakıp seküler hayatın tam ortasına dalmışız, komşularımızdan habersiz, evlatlarımızdan bigâne, eşlerimizle huzursuz bir dünyanın kızgın çölünde cebelleşip durmaktayız. Hiçbir ihtarı görmüyor, maskeye inandığımız kadar duaya güvenmiyoruz. Başka bir kültüre hayran hayran bakarken, kendimiz olmayı unutuyor, şehri Türk fırçasıyla Avrupa rengine boyamaya çalışıyoruz. Selim Cerrah’ın şu sözünü bu şehrin bütün billboardlarına asmak gerek: “Eğer bir şehirde insanlar, diğerleri benden iyi olsun diye yaşamıyorsa, o şehir ruhunu yitirir.”
Bilgi çağında, medeni olmanın arzusuyla yanıp tutuşan insanlar, bu şehrin bağrında yatan Mevlâna Hazretleri’nin şu çağrısına kulak verir mi acaba? “Ey insanoğlu! Hazine bulursun, ama ömür bulamazsın. Sen uğraş da kendini bul, kendindeki gizli hazineyi araştır! Kendini bul ama dikkatli ol, kendini çaldırma! Bu Hakk yolunda açıkgöz hırsızlar pusu kurmuş seni bekliyor. Hırsıza dikkat et sakın kendini çaldırma!” Evet kâinatta aradığımız mana, vücudumuzun başkenti kalbimizde mevcuttur ve bizim bu başkente dönmemiz şart.
Bu yazı yaşadığımız güzel şehre bir eleştiri yapmak için yazılmamıştır. Bu yazı bu şehirde, bu çağda yaşayan bizlere bir uyarı yazısıdır. Hangi şehirden, hangi çağdan geçmiş olursak olalım, Allah'ın din gününde kuracağı mizanda hakikatle olan ilişkimiz üzerinden sorgulanacağız. Bu dünya İ harfinin üzerindeki nokta kadar dersek, aşağıda kocaman bir uzantı var, öyleyse bir noktaya takılıp kalmayalım. O uzun yola çıkmadan önce İ olmayı, iyi olmayı temin etmek için çaba gösterelim.
Empati değil bizi biz eden, diğerkam olmaktır. Birinin soğukluğu diğerinin sıcaklığında erisin gitsin. Şehrimizi kardeşliğin rengine, dayanışmanın rengine, hakikatin rengine boyayalım inşallah.
Sevgiyle kalın.