Öze dönme iradesi
“ Kar yağıyor. Tipi ile çalkalanıp savrulan kar değil ama. Dümdüz inen ve düşmekten ziyade seçtiği yerlere konuveren iri taneli bir kar. Adeta gözü gören, az çok iradesi olan, nebatla mahlûk arası yarı şuurlu karlardan. “ Bu, Bizim Hayatımız adlı kitabında Refik Halit Karay’ın bu betimlemesini okurken aklıma kar tanelerinin birbirine değmeden yere düştüğünü ve hiçbirinin bir diğerine benzemediği bilgileri geçti. Ve biz insanları düşündüm; en ufak bir rüzgârla dağılıveren, kar taneleri kadarcık bile hayata karşı bir bilinç, bir irade beslemeyen, biz insanları. Bunca zamanın birikimini görmeyen, Allah’ın bildirdiklerinden uzak duran, Peygamber’in uyarılarını göz ardı eden ve âlimlere kulak kabartmayan, kitap okumayan insanları.
Birazcık gayret göstersek. Gözümüzün erdiğine, kulağımızın duyduğuna, elimizin altında duranlara bir ilgi gösterebilsek. Mesela Yusuf Has Hacip’in, Kutadgu Bilig eserini duyanımız çoktur ama eline alıp okuyanımız çok azdır. Zamanın behrinden Üstat şöyle sesleniyor bize, mezkûr eserinde: “ Her söylediğini bilerek söyle. Herkesin bilgiden dolayı itibarlı olduğunu iyi bil. İnsanın gönlü engin bir deniz gibidir. Bilgi ise o denizin dibinde yatan değerli bir incidir. İnsan gönlünün derinliklerinden çıkarıp meydana koymadıkça, o derin denizlerdeki incinin çakıl taşından ne farkı olur? Kara toprak altındaki altın, kayadan taştan farksızdır. Ancak kazılıp çıkarılır, işlenirse değer kazanır. Bilgili bilgisini diliyle dışarı çıkarmazsa, meydana dökmezse, yıllarca orada yatar da o bilgi ışık saçmaz, halkı aydınlatmaz. Anlayış da bilgi de çok değerli, çok kıymetli şeylerdir. Nerede bulursan onları işlet ve kendini yükselt. “ işte, gerçek bir hayat düsturu; öyle yaşam koçuna, kişisel gelişimciye ya da psikoloğa falan gerek yok. Kütüphanelerde, evlerimizin arka odalarında, tozlu raflarda bizi bekleyen böyle sayısız eser var. Yeter ki ilgi duyalım ve bir kar tanesi kadar da olsa irade gösterelim.
Sanal bir dünyaya hapsolduğumuz çağımızda, gerçekleri ve daha da önemlisi hakikati kaçırıyoruz. Hapsolduğumuz dediğime bakmayın, aslında hücrelerimize gönüllü giriyor ve sanallığın içinde ömür harcıyoruz. Oysa irademiz kendi elimizde. Her ne kadar kurgulanan bir hayat dayatılıyorsa da günümüzde, kimse bizi zorla bir yere kapatmıyor, elimize ayağımıza pranga takmıyor. Mesele daha iyi anlaşılsın diye Muhit dergisinin 13. Sayısında yayınlanan Zeynep Merdan’ın Ruh Müzesi yazısında biraz uzunca şu alıntıyı buraya almak iyi olacak sanırım: “ Hepimiz kendimizden başka figüran olduğu bir yazgıda başrol değil miyiz? O halde neden kendi hayatımızın öznesi olmak yerine başkalarının hayatına seyirci kalmakta ısrar ediyoruz? Keşiften uzak bir izlemeyle başkalarının hayatlarına ve gündemine hiç bu kadar insan böylesine seyirci olmamıştı. Bu tefrit seyri, ifrat gösterisinde yaşayanlar da var. “ Beni, sahip olduklarımı, seçimlerimi, ilişkilerimi seyredin! “ teşhiriyle kendini fenomen ilan eden, yaşamı gösteriye dönüştürmüş, varlığını bir marka gibi yaşayanlar. Her kes kendi benini ötekileri seyirci kılarak sahneye çıkarmak derdinde. Seyirci koltukları boş, sahnede ise korkunç bir izdiham var. Okumayı değil yazmayı, seyretmeyi değil göstermeyi, dinlemeyi değil konuşmayı, anlamayı değil had bildirmeyi seviyoruz. Bu berbat görüntü bu yüzden. “ Evet, hayatlarımız mış gibi yaparak geçerken, bizler başkalarını aldatıp kendimizi kandırıyoruz. Bu başka milletlerin seçimi olabilir, hatta onlara yakışa da bilir ama Müslüman Türk milletine yakışmıyor.
Tarihimiz bizden şikâyetçi, inancımız bizden davacı, kültürümüz bize kırgın, örfümüz âdetimiz bize kızgın. Bunu görmezden gelerek yaşayamayız. Hayatın çalkantısını, zamanın hızını, çağın kaosunu bahane edip kendimizi aklayamayız. Din referanslarımız, tarihi birikimlerimiz ve de ecdattan kalan külliyatımız orada öylece dururken, batının hurafelerine, mitolojisine ve kurguladığı sanal dünyaya kendimizi kaptırmışlıktan kurtulmamız gerekiyor. Hayata bakışımızı, karşı cinse olan tavrımızı, çocuklara duyduğumuz hisleri kendi özümüzden aldığımız bir ferasetle onarmalı ve bir düzene oturtmalıyız artık.
Zaman arabasını kendi güzergâhlarında dolaştırmak isteyenlere karşı kendi menzilimizi belirleyip, kendi bildiğimiz yollarda olma vaktimiz geldi geçiyor. Bunu kendimiz için, bunu çocuklarımız için, bunu bütün insanlık için yapmak zorundayız. Nefsimizi tanrılaştıranların elinden, nefsimizi kurtarıp Allah’a sığınmanın zamanını kaçırmayalım inşallah. Bunun için de özümüze yüzümüzü dönmemiz kaçınılmaz bir eylem olacaktır.
Sevgiyle kalın.