Na Alaka Kanka...? Ne Peygamberi?
Ülkemiz, 15-24 yaş arası genç nüfusu yaklaşık 14 milyon olan bir ülke. 14 milyonluk genç nüfus, 20 Avrupa Birliği ülkesinin toplam nüfusundan daha fazla. Bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman Türkiye'nin gelecek adına çok ciddi bir potansiyeli var. Ancak, hadisâta yetkililerin görmek istemediği noktadan bakacak olursak, bu 14 milyonluk nüfus gelecek adına doğru eğitilip, doğru yetiştirilebiliyor mu? 2009 yılında Paris'te bulunuyordum. Devam etmiş olduğum dil kursuna, bir gün Fransız Toplum Polisi Genel Müdürü, konferans için geldi. Ve konferansı'nda şu ilgi çekici cümleleri kurdu. "Biz Fransızlar, 100 Yıllık planlarla yaşarız. Toplumumuzu 100 Yıllık planlarla yönetiriz. 1789 Fransız İhtilali olduğunda 1889'ların planını yapmıştık. 1889'larda 1989'ların planını yapmıştık. Yıl 2009 ve biz 2039'u bile planlayamıyoruz. Çünkü gençlerimizin büyük bir kısmı, alkol bağımlısı. Diğer bir kısmı uyuşturucu bağımlısı. Diğer bir kısmı teknoloji bağımlısı. Diğer bir kısmı pornografi bağımlısı... Bu gençlerle biz 30 yıl sonrasını nasıl planlayacağız?" demişti. Ülkemizde durum, elbette ki Fransa kadar vahim değil. Ancak ülkemizde de azımsanamayacak derecede, Fransız gençliğini tehdit eden bu tür bağımlılıklar yok değil.
Ülkemizdeki gençlerin durumunu şöyle yakından gözlemleyecek olursak; biz de gelecek 30 yıl adına endişe duyup duymayacağımızı, 2053 hedeflerine ulaşıp ulaşamayacağımızı daha net kavramış oluruz.
Geçtiğimiz hafta Mevlid-i Nebi haftası olarak ülkemizde değerlendirilmeye çalışıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı bu yılki Mevlid-i Nebi haftasının temasını "Hz Peygamber ve Gençlik" olarak belirlemiş. Başlığa baktığımız zaman çok hoş duruyor. Peki, "başlığın altı doldurulabildi mi?" sorusunu yönelttiğimiz zaman, işte orada attığımız taşın, ürküttüğümüz kurbağaya değmediğini görüyoruz. Yapılan salon programlarında dinleyici kesimin genellikle orta yaş ve orta yaş üzerindeki başkanlığın kendi personeli olması veya diğer etkinliklerde camideki ihtiyar delikanlıların ötesine ulaşılamaması bir handikap olarak değerlendirilebilir. Elbette ki; "yiğidi öldürüp hakkını yememek" adına birtakım özel gayretlerle okullara ulaşılmaya da çalışıldığını da görüyoruz. Ancak gençlere hitap eden hatiplerin, "benim de sizlerin yaşında torunlarım var!" cümleleri ile söze başlayıp, hitabının devamında "Sizin yaşınızda, Fatih İstanbul'u fethetmişti... Usame, ordu yönetmişti... Musab, Medine'ye elçi olarak gitmişti. Siz şimdi Mac D.......'larda, B..... K....'lerde, S.....bucks cafelerde ne bucks'lar yiyorsunuz?" türündeki itap, tenkit ve azarlamaları ile öyle görülüyor ki; "Peygamberimiz ve Gençlik" konusunu her şeyden önce Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ihtiyar, emektar delikanlıları anlayamamışlar. Yapılan salon programlarına getirilen gençler veya bu hafta içerisinde sabah namazı buluşmaları ve benzeri başlıklar altında yapılan etkinliklere katılımı sağlanan gençler, zaten Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Kur'an Kurslarında veya Türkiye Diyanet Vakfı'nın yurtlarında kalan kendi öğrencileri. Bir anlamda, "körler, sağırlar birbirlerini ağırlar" deyiminin vücut bulmuş hali olduğunu görüyoruz. Peki kurslar ve yurtlar dışında kalan ve genç nüfusun yüzde doksanını oluşturan, AVM'lerde, Amerikan zinciri restoranlarda yiyip içen, Amerika menşeli kahvehane zincirlerinde kağıt bardaktaki kahveye (kavurulmuş fındık kabuğunun, öğütülmüş, aromalandırılmış hali) 15-20 lira verip o kağıt bardağı saatlerce elinde zafer kupası gibi dolaştıran, argo cümleler ile birbirine hitap eden gençlere ulaşılabildi mi? Veya yüzü gözü piercingler ile delinmiş, vücudu Türkiye fiziki haritası kıvamında renkli ve karışık, acayip garaip dövmelerle dövülmüş, moda adına her tarafı yırtık, acayip absürt giysiler giyen, kulağındaki kulaklıkta Rihanna, Beyonce ve benzeri şarkıcıları dinleyen, sanal medyada mesajlaşma platformularında birbirlerine sin-kaflı küfürler ederek bunu normal günlük konuşmanın bir parçası gibi gören, bilmediği her konuya yorum yapan, herkese laf sokma üretkenliğinde olan gençlerimiz, Hz Peygamberi bu haftada tanıyabildi mi? Ve yahut 45-50 yaş üzeri ev hanımlarının; "belediye otobüsünde veya tramvayda okul çıkışına rast gelesin" diye birbirlerine ettikleri bedduanın, gizli failleri olan, büyüğüne saygısı, küçüğüne sevgisi, çevreye duyarlılığı olmayan, kamu malı hassasiyeti taşımayan, 12 yıl eğitim zorunlu olduğundan dolayı liseye gitmek mecburiyetinde bırakılan sokak gençliğine ulaşılabildi mi?Birbirlerine sahip oldukları cep telefonu markaları ile hava atan, yeni çıkan bir filme bir an önce gitmeyi ibadet telâkkisi ve neşesiyle yapan gençlere sesimizi duyurabildik mi? Türkiye'ye gelen yabancı bir Rock ya da Metallica şarkıcısı için, konser alanına girebilme adına gece yarılarından itibaren kaldırımlarda yatan, alanın önünde izdihamlar oluşturan gençler programlarımızda var mıydı? Ders kitapları dışında hiçbir kitap okumadan, 4 yıl sonra üniversiteden mezun olan, üniversitede okumuş olduğu 4 yıl içerisinde de akıl seviyesi, bel seviyesinin üzerine çıkmayan gençlerimiz için, Mus'ab'lar, Usame'ler, Fatih'ler ne anlam ifade ediyor? Ya da sanayilerde, fabrikalarda, tarım sektöründe çalışan gençlerimize Mevlid-i Nebi etkinlikleri ne kadar götürülebildi? Diyanet TV'de bu hafta süresince gençlere yönelik ne gibi programlar yer aldı ve gençler tarafından bunların izlenilme yüzdesi yüzde kaçlardaydı? Elbette ki amacım bağcıyı dövmek değil, üzüm yiyebilme adına usûl ve yöntemlerimizin yeniden değerlendirilmesini sağlamak. Ve yeni yollar araştırmak. Diyanet İşleri Başkanlığı üniversite gençliğine ulaşabilme adına KYK'larda manevi rehber olarak personel görevlendiriyor. Görevlendirilen personelin seçiminde, şu soruyu sorsak, usûl ve yöntem açısından nasıl bir hatanın içerisinde bulunulduğu daha net anlaşılır. "KYK'da görev yapan manevi rehberlerin yüzde kaçı, üniversiteyi örgün eğitim alarak ve mümkünse KYK da kalarak okumuş? Yani Nasrettin hocamızın ifadesiyle, "damdan düşenin halini damdan düşen anlarmış" manevi rehberlerin yüzde kaçı damdan düşmüş? Bugün gençlerimizin beslenmiş olduğu manevi kaynaklar veya gençlerimizin zihin yapılarını oluşturan, seçimlerini, tercihlerini belirleyen hususlar çok farklı. Sözlerine başlarken; "benim de sizin yaşlarınızda torunlarım var!" cümlesini kuran dedelerini artık gençler dinlemiyor. Sahnede dedeleri yaşındaki hoca efendi konuşurken gençler İnstagram'dan, Twitter'dan, WhatsApp'tan birbirlerine laf sokma yarışında devam ediyorlar. Bir tanesi "kanka, hocayı dinlesene lann...! diye mesaj atıyor. Diğer, "na alaka kanka...? ne peygamberi?" diye cevap yazmakla meşgul. Şayet Diyanet İşleri Başkanlığı, gerçek manada gençlere ulaşmayı istiyorsa, gelecek 30 yılın sağlıklı, inançlı, manevi ve kültürel değerlerine bağlı toplumunu inşa etmek istiyorsa, salonlarda dinlenilmeyen konferanslar yapmaktan ya da camilerde mevlithanların seslerinin yarıştırıldığı mevlit okutmaktan daha farklı yollar ve yöntemler uygulaması gerekiyor. Mahalle imamlarının, mahallelerindeki gençlerin "yaşam koçluğu" rolünü üstlenmesi gerekiyor. Diyanet'in neredeyse personelinin bile okumadığı ve personelinin dışında da alıcısının çok komik rakamlarda olduğu Diyanet Dergisine emek, zaman ve sermaye harcamayı kısıp, sosyal medyada, özellikle gençlerin çok kullanmış olduğu sosyal medya ağlarında, kanallarında çok daha aktif rol alması gerekiyor. Yoksa 30 yıl sonra camilerde ne mevlit dinleyecek ihtiyarları bulabilecek ne de salonlara getirebileceği Kur'an Kursu öğrencileri veya TDV yurt öğrencisi bulabilecek. Zira deizm ve ateizm, sosyal medyayı kullanarak gençlerimizi capitalist emperyalistlerin kölesi hâline getiriyor. Şeytanın askerleri alanlarda, siz hâlâ salonlarda mısınız?