Musab Seyithan
Musab Seyithan Bayramımız, bayram ola!!!

Bayramımız, bayram ola!!!

Başta büyük şeytan Amerika’nın besleyip kudurttuğu ve emperyalist Batının destekleyip şımarttığı siyonist İsrail’in soykırım uyguladığı ve harabeye döndürdüğü Gazze gerçeği ortada iken, güle oynaya bir bayram kutlamamız mümkün değildir. Orada kanayan bir yara bizi tâ derinden etkiler/etkilemelidir. “Doğudaki bir Müslümanın ayağına batan dikenin acısını batıdaki bir Müslüman duymadıkça hakiki Mümin olamaz” inancındaki bir Müslüman, bu bayramı buruk kutlayacaktır. Ramazan orucunu sıhhat ve afiyet içinde tutmanın şükür nişanesi olarak değerlendirecektir. Yüce Allah, bu ümmete “öze dönme” bilinci lütfetsin.

Rasûlullah döneminde de Müslümanlar sıkıntı çekti, müşriklerin cefasına maruz kaldı, mal ve can kaybına uğradı. Buna rağmen Ramazan ve Kurban bayramlarını kutlamayı ihmal etmedi. Buruk da olsa kutladı. O Rasûl’ün ümmeti olan bizler de O’nun yolunu izleyerek, kaynaşmamıza ve yakınlarımızı ziyaret etmeye vesile olacak bayramımızı sünnete uygun bir şekilde kutlamalıyız.

Bayram, sevincin paylaşılması anlamına gelir. Zaten bayramın bayram olabilmesi için sevincin, güzelliğin paylaşılması gerekir. Rasûlullah (s.a.v) bu sevinci en üst seviyede paylaşırdı.

Peygamber Efendimiz, bayram sabahı güzel elbiseler giyinip mescide giderdi. Bayram namazına kadınlar ve çocuklar da iştirak ederdi. Efendimiz, bayramı sevinç günleri ilan etmişti.

Meşru ölçüler çerçevesinde eğlenmenin bir ihtiyaç olduğuna inanan Efendimiz, Medine'ye hicret ettikten sonra Medinelilerin yılda iki bayram kutladıklarını görünce "Yüce Allah, size o iki bayram günlerine bedel olarak daha hayırlı iki bayram günleri ihsan buyurmuştur." (Ebu Davud, "Salât", 245; Nesâî, "İydeyn", 1) diye müjdelemiş, o günlerin Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı günleri olduğunu haber vermiştir.

Peygamberimiz, bayramları, Müslümanlar için yardımlaşma, dayanışma ve sevinç günleri ilan ederek, bugünlerde, insanların gülüp eğlenmelerine izin vermiştir. Hem dini hem de sosyal yönü olan bu bayramlar, Müslümanların kaynaşmasına vesile olduğu gibi yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesine de imkân sağlamaktadır.

Rasûlullah (s.a.v), her zaman arkadaşlarıyla görüştüğü gibi bayramlarda da onları evlerinde ziyarete gider, ikramlarını kabul ederdi. Kendisi de misafirlerine ikramda bulunurdu.

O, Müslümanlar arasında dargınlığı hoş görmemiş ve "Bir Müslüman'ın diğer Müslüman'a üç günden fazla dargın durması helâl olmaz." (Buhârî, Edeb, 57) buyurmuştur. Bayramı vesile edinerek dargınların barışmasını istemiştir.

Rasûlullah’ın sünnetindeki bayram kutlamaları böyle oluyordu.

Bütün İslam toplumlarında bayram kutlama örf ve âdetinde değişiklik olsa da hepsinin ortak paydası; “Bayramlarda sılayı rahmi/akraba ziyaretlerini gerçekleştirmektir.” Bunun başında da, birinci derece akraba olan anne, baba ve kardeşlerin bir araya gelerek bu ziyaretin hakkını vermesi gelir. Sılayı rahim inancının bilinçli bir şekilde toplumumuzda yer ettiği dönemlerde bunun hakkı veriliyordu. Bilinçli bayram kutlamalarında, uzak diyarlarda olanlar, bayram ziyareti için büyüklerin bulunduğu beldeye akın ederlerdi. Büyükler evde bekler, küçükler ziyarete gelirdi.

Şimdi bu hassasiyeti kaybettik. Algılarımız değişti. Gerçek hayat, yerini sanal âleme terk etti. Bayram ziyaretlerinin yerini, turistik yerlerde tatil yapmak aldı. Samimice gidip elini öpüp koklayarak dualarını alacağımız annemiz, babamız, kardeşlerimiz, amca ve dayılarımız, görüntülü ya da görüntüsüz telefonlarla aranarak durum idare edilir oldu. Tabir caizse bugün büyükler yorgun ve yatakta, küçükler Bodrum sahillerinde yatta. Bayramlarımızın hâl-i pür melâli maalesef bu şekle gelmiştir.

Kendi mutluluklarını gölgelediklerine inandıkları için, yaşlı anne ve babalarını huzur evlerine bırakıp bayramlarda, “ha geldi ha gelecek” diye pencere önünde oğlunu ve kızını bekleyen yaşlılarımızın durumu da ayrı bir iç burkucu dramımızdır. Evlatları şehirde yaşayan, kendileri de köyde evlat yolu bekleyen ama bayramları fırsata dönüştürüp tatil yapmaya giden evlatların durumu da savrulmaktan başka nedir ki?

İşte anne ve babayı kendi hallerine terk edip yalnızca eş ve çocuklarına kilitlenen insan sayısı çoğaldıkça, toplumda ne sılayı rahim hassasiyeti kalır ne de bayramlar, bayram gibi kutlanır. Bütün bu ihmallerimizin nedeni; dünyevileşmektir. Bunun sonucu olarak da, aile büyüklerimizi işimize, tatilimize ve eğlencemize kurban ederek değerlerimizi kaybetmekte ve ilişkilerimizi mekanikleştirmekteyiz.

Öyleyse çözüm nedir?

Çözüm fabrika ayarlarımıza tekrar dönmektir. “Kişinin akraba ve yakınlarıyla alâkasını devam ettirmesi, onları koruyup gözetmesi, yani sıla-i rahimde bulunması, dinimizin çok ehemmiyet verdiği esaslardan biri, hatta doğrudan imanla ilgili bir hâdise olduğu” inancına tekrar dönülmelidir. Çünkü akrabalık ilişkileri, Cenâb-ı Hakk’ın Rahman sıfatının bir tecellisi olarak, merhamet ve şefkat temelleri üzerine bina edilmelidir. Şu hadis-i şerif, bu hususta mühim bir ölçüyü dile getirmektedir:

Akrabasının yaptığı iyiliğe aynısıyla karşılık veren, onları koruyup gözetmiş sayılmaz. Akrabayı koruyup gözeten kişi, kendisiyle alâkayı kestikleri zaman bile, onlara iyilik etmeye devam edendir. (Buhârî, Edeb, 15; Ebû Dâvûd, Zekât, 45; Tirmizî, Birr, 10)

Bir sahâbi, faziletli amellerin ne olduğunu sorduğunda, Rasûlullah (s.a.v); “Kendisiyle ilişkiyi kesen akrabalarıyla görüşmeye devam etmenin pek kıymetli davranışlardan biri olduğunu” beyan etmiştir. (Ahmed, Müsned, IV, 148, 158).

Başka bir hadislerinde de; Ahirette cezasını ayrıca vermekle beraber, dünyada Allah Teâlâ’nın çabucak cezalandırmasını en fazla hak eden günahlar, zulüm ve akrabayı ihmal etmektir.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 43; Tirmizî, Kıyâme, 57; İbn-i Mâce, Zühd, 23)

Bu hadisler, sıla-i rahimin ehemmiyetini açıkça ortaya koymaktadır. İnsanlarımıza bu değerlerimizi tekrar kazandırırsak, dünyevileşme hastalığını asgariye indirmiş oluruz ve bayramlarımız da asıl bayramlara dönüşür. Bayramımız, bayram ola!!!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi