İmamoğlu Sahtekârlığı Ve Ruveybidaların Söz Sahibi Olması
Hayat Kitabımız Kur’an, bir toplumun kendinde olan değerleri değiştirmedikçe Yüce Allah’ın onları değiştirmeyeceğini bildiriyor. “Şüphesiz ki, bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (13/Ra’d:11). Bu demektir ki, “Allah bir millete başkalarına nazaran bazı üstünlükler ve bazı nimetler verdiğinde o millet, şımarır ve ahlâkını bozar da o nimete liyakatini kaybederse, Allah nimeti onların elinden alır. Millet kendi üstün meziyetlerini bozmadığı müddetçe Allah verdiği nimeti onların elinden almaz.” Haliyle değerlerinden uzaklaşarak liyakatini kaybeden bir toplumu da, layık oldukları idarecilerle ve tercih ettikleri sefih insanlarla baş başa bırakacaktır. Çünkü “Nasıl iseniz, öyle yönetilirsiniz.”
Gaye İnsan, Ufuk Peygamber Nebiyyi Muhterem (sav) de bir hadislerinde şöyle buyurur: “İnsanlar üzerine aldatıcı öylesi yıllar gelecek ki, (o zamanda) yalancı adam doğrulanacak, doğru adam yalanlanacak. Hain adama güvenilecek, güvenilir adam da hainlikle itham edilecek. Yine (o devirde) kamu işlerinde “RUVEYBİDA ADAM” söz sahibi olacaktır.
-“Ruveybida adam nedir?” diye sorulunca, Peygamber (sav);
-“Önemsiz, basit, bilgisi kıt, aciz, fâsık ve sefih adamdır” diye cevap verdi.” (İbn Mâce, Fiten, 24; Ahmed, II/291, 338; III/220).
Şu anda İstanbul’un Belediye Başkanı olan ve yaklaşık dört yıl sonra seçimi yapılacak Cumhurbaşkanlığına öykünen ve bunun hırsıyla yatıp kalkan, İstanbul’a bir çivi çakmayan, tekrar “çamur, çukur ve çöpe” mahkûm eden zatta ne arasan var. Yalanın en tumturaklısını söyler ve yalanlarıyla algı yapmakta ustadır. Evrakta sahtecilikte üzerine yoktur. Verdiği vaatlerin ezici çoğunluğunu yerine getirmez. “Bedava ekmek, bedava otobüs, bedava İs Park, bedava su” aldatmacası ve bu konudaki insafsızca yaptığı zamlar gündemden hiç düşmüyor. İstanbullu, kar kaosu yaşadığı bir günde hizmetin başında Belediye Başkanı ararken, o, İngiliz büyükelçisiyle balık sefası yapıyordu. İstanbul’da bulunması gereken başka krizlerde de ya tatile gidiyor veya Erzurum Palandöken’de kayak yapıyordu. Soranlara da utanmadan pişkince “Bana tatil çok yakışıyor” diyerek yılışıyordu. Sıkça “temel atmama” törenleri yapıyordu... Herkes tarafından bilinen liyakatsizliklerini burada zikrederek kafanızı şişirecek değilim.
Fakat son olarak diploma düzenbazlığının fâş olmasıyla kendisine; “Rasûlullah’ın, RUVEYBİDA ADAM” dediği seviyesiz, bilgisiz, aciz, fâsık, sefih ve yalancı olduğu halde, değerlerini kaybetmiş ferasetsiz ayak takımı tarafından “dürüst”(!) diye seçilmiş şahsiyetsiz işte budur!” dedirtmiştir. Ona destek veren; mürekkep yalamış veya yalamamış, ünlü veya ünsüz, unvanlı veya unvansız ayak takımı Ruveybidacılar da, gırtlağına kadar dolu olan sahtekârlıklarına, hilebazlıklarına kör ve sağır kesilerek, “Cambaza bak cambaza” taktiğiyle sokaklarda destek vermeye çalışıyor. Basireti bağlanmış, “Baş gözü açık ama kalp gözü kör” bir toplumun ortaya koyacağı tavır işte budur. Ruveybidaları söz sahibi yapmak için her türlü çirkefliği ortaya koyuyorlar.
Neden toplumlar böyle RUVEYBİDALARI başlarına seçer? Kur’an ölçeğinde olayı değerlendirelim: Yüce Allah Enfal suresinde: “Ey iman edenler! Eğer Allah'tan sakınırsanız, O, size iyiyi kötüden ayıracak bir kabiliyet/furkan verir; günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.” (8/Enfal:29) buyuruyor. Bu ayetin tefsirî açılımı şudur: “Ey iman edenler! Allah’a karşı kulluk sorumluluğunuzu hakkıyla yerine getirir ve yolunuzu Allah'ın kitabıyla bulmaya çalışırsanız, O size hakkı batıldan ayırmaya yarayan bir ölçü, yani ahlaki ve manevi planda değerlendirme yeteneği/Furkan verecek ve kötülüklerinizi silip örtecek, sizi bağışlayacaktır. Çünkü Allah, bağış ve cömertliğinde sınırı olmayandır.”
İşte ayette “ittika” olarak geçen ve bunun anlamını “Allah’a karşı kulluk sorumluluğunu hakkıyla yerine getirmek” olarak ifade ettiğimiz “Takva”, bozulduğu zaman insanın değer yargıları tersine döner. Takva da ancak ilim, amel ve ihlas ile kazanılabilir. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırt edebilme melekesine “basiret” de diyebiliriz. Basiretle ilim ve Allah’a kulluk doğru orantılıdır. Basiretini kaybeden kişi, güvenilir kimseyi güvensiz, hain kimseyi güvenilir; yalancı ve sahtekârı dürüst, dürüst ve doğru kimseyi de yalancı gibi algılar. Bu, tam anlamıyla manevi körlüktür.
Eğer insanlar, hadisi şerifte “RUVEYBİDA” diye tabir edilen, değersiz, kişiliksiz, şahsiyetsiz, cahil, ciğeri beş para etmez, hain, hırsız, yalancı, namussuz, düzenbaz, aciz, sefih, fâsık ve karakteri bozuk adamları iş başına getiriyorsa, bu onlarda mevcut olan “Allah korkusu” inancını kaybetmiş olmalarındandır. “Takva” dediğimiz bu değeri kaybedenler, beraberinde “Furkan” dediğimiz “İyiyi kötüden, hakkı batıldan ayırdetme” melekesini/basiretini de kaybedeceği için ayak takımı seviyesine düşecektir. Ayak takımı da kendi gibi ayak takımlarını, Ruveybidaları söz sahibi edecektir.
Böylelikle o toplum, belasını kendi eliyle başına getirmiş olur. Bu bela artık, diğer belaları çeker ve o toplumun âdeta kıyameti kopar. Böyle bir toplumda mal, can, ırz, din ve akıl emniyeti kalmaz. Onun için Rasûlullah (sav); “Emanet zayi edildiğinde kıyameti bekle!” buyurmuştur. Sahabe, “Emanetin zayi edilmesi nasıl olur Ya Rasûlallah?” diye sorunca, “Emanet, ehli olmayana verildiğinde kıyameti bekle!” diye cevap vermişlerdir. (Buhari, İlim, 2 (59).
Devleti; ADALET, LİYAKAT ve EMANET esasları ayakta tutar. Hayat Kitabımızda Yüce Rabbimiz: “Allah size, mutlaka emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (4/Nisa:58) buyurmaktadır.
Emanete hıyanet edildiği zamanlarda kızıl belaların, yere batırılma ve siretin değiştirilmesi cezalarının verileceği de yine sahih hadisi şerifte bildirilmiştir. (Tirmizi, Fiten, 38).
Toplumun kendinde olan güzel hasletleri değiştirmesi, değer yargılarının tersine dönmesi, iyi ve kötüyü yanlış algılama, kısaca furkanın/ayırt etme melekesinin bozulması, aynı zamanda bu ümmetin “mesh” denen cezaya çarptırılması halinin de ilk basamağı demektir. “Mesh”, siretin yani doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan ayırt edebilme bilgi ve duygularının bozulması neticesinde yaşantının “hak”tan uzaklaşması halidir.
Geçmiş ümmetlerde bu cezalandırma, suretlerinin fiziki olarak maymuna çevrilmesi şeklinde gerçekleşiyordu. Allah bu ümmetten fiziken maymuna çevrilme cezasını kaldırmıştır. Bunun yerine, doğru değerlendirebilme yeteneğinin kaybedilmesi sonucunda Hakk'tan uzak bir yaşantının içerisine düşme cezasına çevirmiştir. (Bak:https://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=557#20220206109)
İşte bugün toplum olarak içerisinde bulunduğumuz hâli pür melâlimizin gerçek sebebi budur. Kendi değerlerimize düşman, düşmanın değerlerine hayran bir topluma dönüştük. Onun için de yalancı adamları doğru, doğru adamları da yalancı; hain adamları güvenilir, güvenilir adamları da hain ilan eder olduk. Öyleyse; “Başımıza her ne gelirse Hak’tandır. Ama geliş sebebi Hak’tan ayrılmaktandır.” Teemmül oluna!!!