Mukayese, muhakeme ve istişare
Bir çiçeği diğerlerinden çok sevmeli, bir ağacı, bir kuşu, bir rengi ki ötekiler de anlam kazansın. İnsan gördüğü şeyleri kıyaslamıyor, kategorize etmiyorsa onları gerçek anlamıyla görmüyor demektir. Aşk da böyle değil midir? Binlercesinin içinden birini sevmek… Jorge Luıs Borges “Aşkı ilk defa yaşamak gibi, denizi ilk defa görmek gibi, Dostoyevski’yi keşfetmek de insanın hayatında önemli bir tarihtir.” diyor. Evet, bir insanın bir yazarı, bir şairi, bir ressamı keşfetmesi ne kadar güzel. Bu okur olduğunu gösterdiği gibi, ince bir ruha sahip olduğunu ve mukayese etme yeteneğini de gösterir. Bakmak ve görmek arasındaki farkı gösteren en önemli veri mukayese ve muhakeme yeteneğidir.
Mukayese ve muhakemeden hemen sonra istişare gelir. Hz. Ömer: “İstişare etmeden uygulamaya konulan konular başarısızlığa mahkûmdur.” der. Hayat önemlidir, zira bir kere yaşanır ve yaşadığımız kadarının gerisine dönmek gibi bir imkâna sahip değiliz. O yüzden bilinçli ve dolu dolu yaşamak gerek. Bu şu demek de değil; ömrümüzü planlayalım ve günü gününe o planı uygulayalım. Hayır, bu hem yorucu hem de tatsız bir hayat getirir bize. Benim kast ettiğim planlanmış bir ömürden ziyade bilinçli bir ömür. Bu ikisi birbirine benzese de aynı şey değil.
Çinli bilge Sun Çe: “Düşmanını bil, kendini bil, yüz savaş bile yaşasan başın ağrımaz.” demiş. Bilmenin, bilgeliğin altını çizen bu tespit de bize yaşantımızı doğru sulara yönlendirmemizi salık veren bir nasihat. Bu bakış açısı insanı sanata yaklaştırır. Ya sanatçı olursunuz ya da sanat yapan insanlara yaklaşırsınız. Bu da dünyayı iyi tanımanıza ve dünyayı var edeni düşünmenize yol açar. Esas varılması gereken yer de tam burasıdır. İnsan bilmeye başladığında inanma ihtiyacı duyar. İnanmak ve güvenmek de insanı rahatlatan, huzurlu kılan bir diğer etkendir. İşte o zaman dünya yolculuğumuz bir anlam kazanır. Burada bir şair ve yazar olan Ahmet Hamdi Tanpınar’dan çağrışımlı bir örnek vereceğim; Beş Şehir kitabında, Tanpınar’ın Mevlevi ayinini izledikten sonra, ertesi gün sema yapan kişileri sosyal hayatın içinde gördüğü zaman düşündükleri: “O akşam semada gördüğüm insanları ertesi sabah çarşıda, pazarda işlerinin başında ve talebemi lisede karşımda görünce hakikaten şaşırmıştım. Onları ben arkalarında esen Rast’ın rüzgârında uçup gitmiş sanıyordum. Bu ölen ve ertesi sabah dirilmenin sırrını bilen insanların arasına katılamadığıma şimdi bile içimde üzülen bir taraf vardır.” Ne kadar etkileyici değil mi üstadın anlatımı? Buradaki altı çizilmesi gereken kelimeler ölen ve dirilendir. İşte hayata da böyle bakmalı, bakabilmeli. İnanarak yaşamak insanı böylesi bir huzura sevk eder, aksi Tanpınar’ın söylediği gibi aralarında olamamaktan üzüntü doğurur.
Konuyu biraz dağıttık gibi görünse de bir bütünün içinde ilerlediğimizi düşünüyorum. Başa dönüp bir toparlama yapalım isterseniz. Doğaya bakarken bazı varlıkların güzelliklerini fark edip onlar üzerinde uyanan duygularımızla onları mukayese etmeli dedik. Hemen arkasından da istişarenin önemine vurgu yaptık ve neyin veya kimin bize dost ya da düşman olduğunu bilmemiz gerektiğinin altını çizdik. Çünkü güzel duygularımızı baltalayacak şeylerin varlığı da bir vakıa. Bütün bunlardan sonra ise inanmak kavramına geldik. Buraya kadar birer atlama taşı olarak kullandığımız kavramların tümü bize bu dünyada hakikate dayalı bir hayat yaşamamızı sağlayacak argümanlardı. Bu rotayı takip ederek yaşadığımız zaman dünyanın bin türlü haliyle nasıl başa çıkabileceğimiz hakkında bize iyi bir yol ve nispeten huzurlu bir yürüyüşü mümkün kılacaktır.
Güzele teşne olmak, sanata ve sanatçıya yakın durmak, yolun tehlikelerini görüp bilmek… Bunların hepsi anlamlı bir ömür sürmenin ilk adımları. Ancak bütün bunlar hakikatin önüne geçmeden bizimle olmalı, yoksa her türlü aşırılık zararlıdır, tehlikelidir. Burada elimizden tutacak olan şey doğru bir imandır. “Her kuş kendi cinsiyle uçar” diyen Mevlana her topluluğun ve de her toplumun kendi özellikleriyle var olduğunu anlatır bize. Biz de Müslüman bir millet olarak kendi özelliklerimizi koruyup onlara sahip çıkmalıyız. Bu da sevmekle, bilmekle, istişare etmekle ve sağlam bir imanla mümkündür. Borges: “Bana kendim olmak yetiyor. der. Bize de kendimiz olmak yeter.
Sevgiyle kalın.