Mehmet Toker
Mehmet Toker Merhamet Medeniyeti Yeniden Doğabilir mi?

Merhamet Medeniyeti Yeniden Doğabilir mi?

Bir Ramazan'ı Şerif'i ve Ramazan Bayramı'na daha geride bıraktık. Ramazan Bayramı sonrasında ırkçılık tartışmaları, otobüsten indi bindi tartışmaları, aday kim olacak, kimin adayı aday olacak, ayçiçek yağı, dolar, kira, petrol fiyatları tartışmalarıyla kendimizi tuhaf bir gündemin içerisinden bulduk. Algı operasyonları, asılsız iddialar, mesnetsiz iftiralar, tahammülsüzlük, ben merkeziyetçi, hedonist görgüsüzlükler adeta üzerimize boca edildi.

Bütün bu olumsuz tablonun arkasında gözden kaçırdığımız ve hakiki, biz merkezci bir gündemimiz var(dı)olmalıydı. Ama gerek sosyal medyada, gerekse Türkiye kamuoyunda beklenen ilgiyi görmedi. Ramazan Şerif  boyunca sadece TDV, iki milyon yüz elli bin kişiye zekat, fitre ve fidyeleri aynî ve nakdî yardım olarak ulaştırmıştı. Buna diğer vakıf, dernek ve sivil toplum kuruluşlarımızı da dahil edersek dünyanın pek çok ülkesinde, milyonlarca Müslüman kardeşimize Ramazan vesilesiyle ulaşıldığını ifade edebiliriz. Türkiye merkezli Vakıflar, dernekler ve yardım kuruluşları gerek ülkemiz içerisindeki gerekse gönül coğrafyalarımızdaki Müslümanlarla maddi ve manevi bir bağ kurmaya, aramızdaki kardeşlik bağını sağlamaya, sağlamlaştırmaya  devam ediyor.

Bu bağın, öyle basit, sadece karınları doyurmaya yönelik bir bağ olmadığını da bilmemiz gerekiyor. Zira kapitalist, emperyalist Batı Zihniyetinin yokluğa, yoksulluğa, açlığa mahkum ettiği, yerinden-yurdundan, topraklarından ettiği, ellerindeki tabii kaynakları gasp etmek suretiyle sömürdüğü, silah satabilmek adına senaryosu önceden yazılmış savaşlar çıkarıp mağdur ettiği mazlumların elinden tutmak ve onlara: "yalnız değilsiniz, bir kardeşiniz, var!" mesajı vermenin emperyalizmin tekerine çomak sokmak olduğunu ifade edebiliriz. Batı düşüncesinin şekillendirdiği dünya anlayışında "öteki" sömürülmesi, ezilmesi gereken, yaşam hakkı olmayan bir varlıktır. Ama Merhamet Medeniyetinin hakim olduğu İslam düşüncesinde "öteki" yoktur: "Komşusu açken tok yatan bizden değildir.", "mazlumun üşüdüğü dünyada sen ısınamazsın!", "mazlumlar ağlarken sen gülemezsin!"...

Çünkü İslam Düşüncesi/Medeniyeti söz konusu olduğu zaman, temelinde merhametin olduğu ve bu merhametin vakıflar olarak ete kemiğe büründüğü, insanlığı yaşatmaya dayalı bir medeniyetten bahsedilir.

Vakıf Medeniyetimiz,  3 Mart 1924'te çok büyük bir darbe alıp inkıtaa uğramış olsa bile külleri üzerinden yeniden doğan doğmaya çalışan bu merhamet hareketi farklı ve daha adil, daha yaşanabilir bir dünyanın mümkün olduğu tezini milyonlarca insana ulaştırmaktadır. Ataları, dedeleri beyaz insanlar tarafından öldürülen, köleleştirilen, verimli toprakları, yer altı ve yer üstü kaynakları sömürülen Afrika'nın çocukları bugün İslam dini mensubu olan "beyaz adamların!" merhameti, maddi ve manevi yardımları ile hayata tutunabilmektedir. Mesele, beyazlık-siyahlık meselesi değil bir iman, inanç ve insanlığa bakış meselesidir. Yapılan maddî yardımın sadece basit bir yardım olmadığının, bu vesileyle "Yeni Bir Dünya" inşasının binasına konulan bir tuğla, bir harç olduğunun da bilincinde olmamız gerekiyor. 100 yıl önce Halife ile organik bağları kesilerek ana rahminde ölüme terk edilmiş olan Müslüman toplulukların yeniden doğumu için ağrısız, sancısız, merhamet eksenli bir varoluş mücadelesi olduğunun da bilincinde olmamız gerekiyor.

Ülkemizdeki merhamet yoksunu, aklını emperyalist ve kapitalistlere kiralamış olanların sık sık gündeme getirdiği: "kendi ülkemizde bu kadar fakir, muhtaç varken; Türkiye'nin maddi gücü, ekonomik varlığı dışarıya aktarılıyor!" tezide paylaşılan rakamlarla bir kez daha çökmüş oldu. Bu iddialarının asılsız bir iftira olduğu bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Başta TDV olmak üzere diğer vakıf, dernek  ve STK'ların ulaştığı  milyonlarca kişinin yaklaşık beşte üçü yurtiçinden, geri kalan beşte ikisinin yurtdışındaki kardeşlerimizden olduğu rakamlarla ortaya konulmuş oldu. Elbette ki yurt içi, yurt dışı yoksul ve fakir sayısı yarıştırmak gibi bir hamakate düşmemek gerekiyor. Ancak, şu durumu da tespit edersek durumun boyutlarını ya da sınırlarını daha net çizmiş oluruz. Türkiye'deki ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza sadece vakıf, dernek ve STK'lar  değil, ASPB, merhametli belediyeler de yardım eli uzatıyor. Devletimiz, farklı destekleri ile sahip çıkıyor. Ancak pek çok ülkede, pek çok dindaşımızın yaşamış olduğu coğrafyalarda, Türkiye merkezli vakıf ve dernekler haricinde yardım eden, el uzatan, mazlumun gözyaşını silen ikinci bir adres yok. Bu açıdan değerlendirdiğimizde vakıf ve derneklerimiz medeniyetimizin merhametinin bir sembolü, bir bayrak taşıyıcısı olarak o coğrafyalarda daha etkin olmalılar, olmaları gerekiyor.

Merhamet medeniyetinin sembolü olan vakıflaramızın yapmış olduğu işlerin büyüklüğünü, dünyaya ırkçılık at gözlüğü ile bakan, Türkiye'deki mülteciler üzerinden provakasyonlara girişerek, ağababalarının sessiz istilasını görmezden gelerek, mağaranın duvarlarındaki gölgeleri dev gibi göstermeye çalışan hokkabazlar anlamayacaklardır.

Merhamet Medeniyetinin yeniden küllerinden doğuyor olması elbette ki pek çok art niyetli, aklını, kişiliğini kiraya vermiş kimseleri de rahatsız ediyor. Geçmiş yıllarda FETÖ vb.  bir takım terör örgütleri Müslümanların bu merhamet gücünü suistimal ederek kendi süflî emelleri için kullandı. Kuklaların iplerini elinde tutan kuklacıları fonladılar. Bu olumsuz ve acı tecrübeler toplumumuzda doğru/dürüst vakıf/vekil arayışını beraberinde getirdi. Halkımız yerli ve milli vakıf ve derneklere sahip çıktı. Hâlâ iplerini kuklacıların tuttuğu bir takım kuklalar, bir takım şer odakları farklı isimlerle, farklı sûretlerle halkımızın bu merhamet kaynağına göz dikmiş durumda. Buna karşıda toplumumuzda bilinç oluşması noktasında da üzerimize ciddi görevler düşüyor.

Asıl gündemimizin, "Ramazan'ın rahmet mevsiminde kabaran bu merhamet sağanağını oniki aya nasıl taşıyabiliriz ve bu bereketi, bütün beldelerde merhamet yağmuruna nasıl dönüştürebilir, rahmete muhtaç topraklara nasıl ulaştırabiliriz?" olması gerekir.  Toplumumuzun gündemini bir takım kuklaların masa, kasa, nisa hırsına kurban vermememiz gerekiyor.  Gündemi kuklacıların ve taklacıların belirlemesine bırakmamalıyız.  Merhamet Medeniyeti, gündemi belirlenen değil gündemi belirleyen güçtür. Merhamet acımak değil acıtmamak, incitmemek ve gönül dilini konuşabilmektir. Hıyanet, ihanet ve zulmün karşısındaki en büyük güç merhamettir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi