Mehmet Toker
Mehmet Toker Kuşatmanın farkında mıyız?

Kuşatmanın farkında mıyız?

Batılı emperyalistlerin, kendi coğrafyalarını merkeze alarak isimlendirdikleri Ortadoğu’yu sömürme emelleri ve istekleri hiçbir zaman için bitmedi. Nihai sonucu almak için son dönemlerde daha bariz saldırılara giriştiler. Birinci Dünya Savaşı, Körfez Savaşı, kırk yılı aşkın süredir ülkemize yönelik terör hadiseleri, Suriye'deki iç savaş, Arap Baharı, Libya’nın parçalanması, Körfez ülkelerinin istikrarsızlaştırılması, ülkemize yönelik ekonomik manipülasyonlar, ambargolar, darbeler hepsi bu emele ulaşmak için, ulaşma yolunda döşenen yolun bir taşı, büyük planın bir parçasıydı. Bu emele ulaşmak için Müslüman Türk halkını geleneklerinden kopararak kimliksizleştirme politikası, kültürel sömürü ve terör faaliyetleri de yine aynı şekilde hedefe giden yolda izlenilen farklı stratejilerdi.

Kültürsüzleştirme ve kimliksizleştirme çabaları içerisinde LGBT ve benzeri sapkınlıkların yaygınlaştırılması, babasız aile, ailesiz toplum ve teşhirciliğin artırılması gibi planlar ve projelerde söz konusu. Suriye’den Akdeniz ve Kafkaslar’a uzanan kriz noktalarını birleştirdiğinizde çıkan tablo, Türkiye’nin açık bir kuşatma altına alınmaya çalışıldığıdır. Rusya-Ukrayna savaşı bahane edilerek Karadeniz’e NATO gücü altında Amerikan savaş gemilerini sokma girişimi veya Türkiye’nin Rusya’nın karşısında konuşlanması gerektiği söz, tez ve çağrıları da kuşatmayı hızlandırmak ve derenin taşıyla derenin kuşunu vurma planıydı ama tutmadı. Ekonomik krizler ve son dönemde meydana gelen tarla ve orman yangınları, tonlarca meyve ve sebzenin pazara getirilmeden yol kenarlarına ve tarlalara dökülmesi gibi suni kıtlık oluşturma çabaları da yine aynı amaca yönelik gayri nizami harp taktiklerinden birisi olarak değerlendirilebilir.

Her ne kadar farkına varamasak da sosyolojik olarak zihinsel bir kuşatma ile karşı karşıyayız. Medyada ve sosyal medyada sürekli olarak provokatif bir dille, manipülatif haberlerle Türkiye'deki göçmenlerin, özellikle Suriyeli göçmenlerin dile getirilmesinin yerli-göçmen çatışması çıkarmak amacıyla yapıldığını atlamamamız lazım. Enerji yatırımlarını durdurma girişimleri, savunma sanayiinin gelişmesine yönelik engelleyici faaliyetler de aynı çerçevede değerlendirilebilir. Elimizdeki mevcut tabloya daha geniş bir zaviyeden baktığımızda Amerika'nın Kıbrıs Rum tarafı için silah ambargosunu kaldırması ve Doğu Akdeniz’deki Türkiye'nin hidrokarbon ve gaz arama çalışmalarını engellenmeye çalışması, aynı zamanda ABD'nin ciddi anlamda ekonomik kriz çeken Yunanistan'a para yerine savaş uçakları, füzeler, tanklar, hava savunma sistemleri vermesi ne anlama geliyor? Ve son olarak Batı Trakya’da Karasu Nehri üzerinde nehir geçme pratiği konusunda askeri tatbikat yapılması şunu gösteriyor ki artık son yüzyıldır devam eden ekonomik ve kültürel kuşatma bugün askeri kuşatma olarak da artık aleni hale gelmiş durumda.

Peki, bütün bunlar burnumuzun dibinde olup biterken; halkımız bu olup bitenlerden haberdar mı? Psikolojik olarak buna hazır mı? Medya ve haber organları doğru bir bilgilendirme ve daha önemlisi doğru bir bilinçlendirme yapıyor mu? Yoksa hâlâ günübirlik, gündelik iç siyaset haberleri, kerameti kendinden menkul demode siyasilerin rant, koltuk, makam ve mevki savaşları ve ağız dalaşları ile dedikodu kıvamında haberlerle gündem meşgul mü ediliyor? Ekonomik kırgınlıklar, mali daralmalar neticesinde zayıflayan veya kısmen bozulan konforumuzun ekonomik kriz gibi algılanması ve bunun üzerinden vurun abalıya çığlıkları, gelin kaynana çekişmesi kıvamında devam ediyor maalesef. Büyük resmin tamamını göremememiz, sadece bireysel menfaatler çerçevesinde hareket etmemiz de coğrafya üzerinde iştihası olanların ekmeğine yağ sürüyor.

Gezi Kalkışması, 15 Temmuz Darbesi, pandemi ve depremle ekonomik olarak daralmaya gitmek zorunda kalan Türkiye bu süreci belki doğru yönetti ama doğru anlatamadı. Doğru anlatılamadığı için içeride bir gerilim ve kutuplaşma söz konusu oldu. Bu kutuplaşma ve gerilim ise Türkiye’yi askeri, ekonomik, sosyal, kültürel kuşatmak isteyen güç odaklarına hamle genişliği kazandırdı. Hamleler yeni hamleleri ve neticede kaotik ve absürt bir gündemi ortaya çıkardı. Sosyal medyada ve medyada sürekli karamsar tablolar çizilmesi, en ufak spesifik bireysel hadiselerin sanki genel bir toplumsal hareket gibi sunulması, toplumda karamsar bir hava oluşturulmaya çalışılması da maalesef bu kuşatmaya bir anlamda içeriden psikolojik destek manasına geliyor.

Elbette bu kuşatma da aşılır. Ancak bizim öncelikle sınırlar içerisinde birlik ve beraberliği toplumsal huzuru yakalamamız gerekiyor. Önce, ahlak ve maneviyat ekseninde güçlü bir toplum, bilinçli bir gençlik ve halk oluşturmamız gerekiyor. Kuşatmanın aktörlerini kutsayan uydurma tarih öğretisini terk etmemiz gerekiyor. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte gerçekte neler olduğunun, kimlerin kimlerle iş tuttuğunun, Ortadoğu’daki sınırların nasıl çizildiğinin, neye binaen şimdiki coğrafyaya hapsedildiğimizin bilinmesi gerekiyor. Aksi halde dışarıdan fonlanan bir takım medya, dernek ve benzeri yapıların sürekli olarak toplumdaki uç noktaları kaşıması, en küçük bir hadiseyi abartarak gündeme getirmesi, tavşana bak basitliği içerisinde ilüzyonist bir hareket olarak değerlendirilmelidir. Sürekli olarak etiketlere, kira fiyatlarına, dolar, euro ve petrol fiyatlarına odaklanmış, zihni rakamlarla istatistiklerle sınırlandırılmış, gözü ekonomik daralma ve durgunluk dışında gerçekleşen hadiseleri görmeyen bir toplum zihnen ve fiilen işgalin farkına varamaz.

Sık sık tekrarlanan tahıl tarlalarındaki yangınlar ve orman yangınları, tonlarca meyve sebzenin bir el tarafından satın alınarak daha pazara gelmeden çöpe veya yol kenarlarına, tarlalara dökülmesi, dolar, euro ve akaryakıt fiyatlarının anlamsız bir şekilde yükselmesi ve bir takım suni gündem oluşturma çabaları etrafımızda hız kazanan fiili kuşatmayı kamufle çabalarıdır. Bu ülkede, Amerika’nın, Dedeağaç’a askeri yığınak yapması, Mauro İcardi transferi kadar gündem olmamışsa zihni kuşatma başarıya ulaşmış demektir maalesef. Bu durum normal bir durum değil. Ortadoğu'da şimdiye kadar her şeye rağmen en istikrarlı ve kararlı coğrafya olarak duran Türkiye'yi bölüp parçalama ve neticesinde de Ortadoğu’yu sömürme çabalarına karşı; Türkiye'de yaşayan vatandaşlar olarak uyanmamız lazım. Yaşadığımız doğal görünümlü doğal olmayan hadiselerin nihai amacının ne olduğunu bilmek günü veya gündemi değil geleceğimizi kurtarır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi