Mehmet Toker
Mehmet Toker Küresel Dünyada, Bireysel Sorumluluğumuzun Farkında mıyız?

Küresel Dünyada, Bireysel Sorumluluğumuzun Farkında mıyız?

İletişim ve ulaşım imkanları o derece arttı ki; sabah dünyanın bir ucunda olan insan, akşama dünyanın farklı bir coğrafyasında karşımıza çıkabiliyor. Teknolojinin ilerlemesi ile çok uzak mesafelerdeki kimselerle yüz yüze konuşma imkânına sahibiz. Dünyanın öbür ucunda olan bir hadise'den dünyanın büyük bir kısmı birkaç saat içerisinde haberdar olabiliyor. O hadise ile ilgili yorumları, değerlendirmeleri yine dünyanın dört bir tarafına anında ulaşabiliyor. Çok farklı kültür ve inanç sahibi insanlarla muhatap kılabiliyor. Dolayısıyla iletişim ulaşım imkanlarının bu derece artmış olduğu bir dönemde yapılan hiçbir şey insanlar nezdinde de artık neredeyse gizli kalmıyor.

Hatta insanoğlunun üretmiş olduğu teknoloji marifetiyle insanların gizli zannettikleri özel hayatları bile dinlenebiliyor, izlenebiliyor  kaydedilebiliyor.  Art niyetli olarak ya da farklı amaçlarla kullanılabiliyor. Etraflıca düşündüğümüz zaman bu ciddi anlamda insanlığı ürküten bir tablo. Artık "özel hayatın gizliliği" ifadesi bile çoğu zaman komik yada mazide kalmış tarihi bir ifade gibi değerlendirilebiliyor.

Bu nokta da acaba Mü'min ve Müslüman olarak bizim farklı sorumluluklarımız var mı? Bu iletişim ve ulaşım imkanları bize bundan 100 yıl öncesinin, 1000 yıl öncesinin Müslümanları ile kıyaslandığımız zaman farklı sorumluluklar yüklüyor mu? Bu soruları etraflıca düşünüp değerlendirmek durumundayız. Tahayyül ettiğimizde, bundan 100 yıl önce Anadolu'nun bir köyünde yaşayan bir Müslüman yanlış bir davranışta bulunduğunda sadece kendi köyündekiler haberdar olabiliyordu, bazen bu bile olmayabiliyordu. Ama bugün aynı köyde yaşayan günümüz müslümanı bir yanlış yaptığı zaman birkaç saat içerisinde milyonlarla ifade edilebilecek bir insan kitlesinin bu durumdan haberdar olduğunu artık müşahede ediyoruz. Bundan 100 yıl önce Anadolu'nun bir köyünde yaşayan herhangi bir Müslümanın iletişime geçtiği, etkilediği insanlar sadece coğrafi yakınlıkla sınırlı iken bugün aynı köydeki herhangi bir Müslümanın iletişime geçtiği, etkileşime geçtiği insanlar dünyanın öbür ucundaki bir coğrafyada yaşayan insanlar bile olabiliyor. Bu durum elbette ki Müslüman olma sorumluluğunu milyon kat daha artıran bir durum.

Belki de günümüzde artık kimsenin üzerine sorumluluk olarak almak istemediği, hatta böyle bir sorumluluğundan haberi dahi olmadığı yada yokmuş gibi davranmaya çalıştığı Müslümanın sorumluluklarından bir taneside, davet sorumluluğudur. Davet kelimesi dua kelimesi ile aynı kökten türeyen, "çağırmak, seslenmek, propaganda yapmak" gibi anlamlarda kullanılan bir kavram. Dua'da yine "çağırmak, seslenmek, yardım dilemek" manaların da kullanılıyor. Dua dediğimiz zaman İslami kaynaklarda iki tür duadan bahsedilir. Bir fiili dua, iki kavli dua. Fiili dua;  insanoğlunun üzerine düşen sorumlulukları fiilen yerine getirmesi, kendi görevlerini ifa etmesidir. Kavli dua ise; fiili görevini yerine getirdikten sonra, ellerini açıp Allah'ın inayetine sığınması, o işinin neticesini Allah'ın irade ve kudretine  havale etmesidir. Şöyle bir örnekle ifade edilir:  Çiftçinin tarlasını sürmesi, tohum ekmesi, sulaması, gübrelemesi, zararlı otlarla mücadele etmesi fiili duadır. Bunları yaptıktan sonra, o çiftçinin elini açıp ürünün bereketli olması, afetlerden muhafazası için Allah'a yalvarması kavli duadır. Davet ile dua aynı kökten türediğine göre davetinde bir kavli davet, birde fiili davet tarafının olduğunu ifade etmemizin yanlış olmayacağını değerlendirebiliriz.  Fiili davete, İslam literatüründe temsil, kavli  davete de irşat ya da tebliğ deniliyor. Fiili daveti üstad Sezai Karakoç: "İslamiyeti öyle diri yaşa ki seni öldürmeye gelen, sende dirilsin!" cümlesiyle veciz bir biçimde ifade etmiş. Yani fiili davet istediğimiz zaman, İslamı diri bir biçimde yaşayıp ferdi ve içtimai hayatımızda İslam ahlakı ile mücehhez olabilmeyi, hal tavır ve davranışlarımızda İslam kültürünü yansıtabilmeyi anlayabiliriz.

Temsil olmadan yani fiili davet olmadan yapılacak kavli davetlerin, buz üzerine yazı yazmaktan bir farkı yoktur. Yapmış olduğunuz sözel anlatım başta güzel gözükse bile zaman içerisinde silinip yok olup gidecektir. Bugün Dünya üzerinde İslamophobia algısı varsa, İslam denildiği zaman Siyonist Yahudilerin kontrolündeki küresel çaptaki televizyon ve dijital iletişim kanalların insanlara sunmuş olduğu "İslam" görüntüsü zihinlerde canlanıyorsa bu durumun ortaya çıkmasında Müslümanların sorumluluğu  yok demek değildir. Yani kendisini Müslüman olarak isimlendirilen insanların da topyekün sorumluluğu var demektir.

Çuvaldızı kendimize batıralım. Bugün ülkemize pandemi süreci öncesinde ülkemizde 50 milyon civarında turist gelmektedir. Velev ki bu sayının % 20'sini Müslüman ülkelerden gelen Müslüman turistler olarak varsaysak bile;  40 milyon civarında gayrimüslim ülkemize gelip Müslümanları görmektedir. Müslümanların hayatına gözlem yoluyla da olsa, şahit olmaktadır.  Peki gelen bu 40 milyon turistten acaba ne kadarı küresel medyanın algı operasyonunun aksine veya küresel medyanın algı operasyonunu negatife çıkaracak biçimde  doğru bir Müslüman olgusu ile karşılaşıyor? Özellikle turistlerin ticaret yaptığı, hizmet almış olduğu sektördeki ve yan sektörlerdeki vatandaşlarımız sadece seküler, kapitalist bir anlayışla bu durumu ticari olarak mı düşünüyor? Her bir turisti sömürülmesi gereken, üzerinden rant elde edilmesi gereken bir meta olarak mı görüyor? Yoksa ticaretiyle, davranışıyla, konuşmasıyla aynı zamanda bir İslam dinini temsil ettiğinin bilinci ve şuuru içerisinde mi? Çünkü muhatap olunan turistler, ticaret yapılan iş adamları, ülkemize erasmus veya başka yollarla gelen öğrenciler, Türkiye'nin Müslüman bir ülke olduğu bilinciyle ve karşılaşmış oldukları insanların Müslüman olduğunun bilincinde olarak bu ülkeye geliyorlar. Malta'da tatil yapmakla yada Yunanistan'ın herhangi bir şehrinde tatil yapmak ile Türkiye'de tatil yapmanın arasındaki farkın şuurundalar. Adalar denizinin iki yakası arasındaki insanların davranışları arasında bir fark göremiyorsa,  ticaret ahlakı farklılık taşımıyorsa; İslam'ın temsili noktasında gayrimüslim kimselerin zihninde bir farkındalık oluşturamıyorsa, burada ciddi anlamda bir temsil probleminin var olduğunu göstermektedir.

Kavli davet, irşad ve tebliğ, fiili davetin üzerine inşa edilecek olan bir husustur. Dünya inanlığının zihninde var olan İslam hakkındaki negatif algıyı, pozitif olgularımızla olumlu bir sürece çeviremediğimiz müddetçe en fasih, en beliğ hatiplerimiz her gün medyadan, iletişim platformlarından, İslam'ı anlatsalar da bir karşılığı olmayacaktır. İnsanlar görmek istiyor. Bu görmeyi de sağlayacak olan davranışlardır. Sadece turistlerle muhatap olan esnafımıza ya da ticaret yapan hizmet sektöründe bulunan vatandaşlarımıza görev düşmüyor yurtdışına giden yurt dışından gelen öğrencilerle teşrik-i mesaide bulunan, fiziki vasatı paylaşan bütün Müslümanların aynı sorumluluğunun olduğunu da ifade edebiliriz. İslam denildiği zaman Müslüman olmayan toplulukların zihninde,  sadece kafa kesme görüntüleri, kadın cinayetleri, kadına şiddet gibi siyonist küresel medyanın algı operasyonları ile zihinlere kazıdığı görseller geliyorsa;  sucu sadece İslam düşmanlarına yükleyerek kendimizi temize çıkarmak geçerli bir mazeret değildir. Her şeyden önce bizim temsili davet noktasında ortaya koymamız gereken ana argüman İslam'ın ticaret ahlakını ve insanlara bakışını içselleştirmek olmalıdır. Bunu yapabilecek duruma Müslümanların gelebilmesi için de kavli irşad sorumluluğunda olan Müslümanların ufkunu, çevresini, çerçevesini, etki alanını genişletmesi gerekiyor.

İslam'a yönelik çok cepheli saldırıların birçok cephesini tek hamlede kapatmak için bizim davet sorumluluğumuzun ve fiili davet dediğimiz temsil sorumluluğumuzun şuurunda ve bilincinde olmamız gerekiyor. Bir taraftan Müslüman olduğumuzu iddia edip, diğer taraftan gayrimüslim gibi görüntü veriyor, davranışlarımızda İslam ahlakını, zarafet ve nezaketini yansıtamıyorsak o zaman kendi içimizde çelişik bir haleti ruhiyenin bizi farklı psikolojik rollere itmesine istemsizce boyun eğiyoruz demektir. Bu da kabul edilebilir bir durum değildir. Onun için bizlerin bir an önce bu küresel dünyada kimlik kaybına uğramadan, kendi kimliğimizle, kişiliğimizle, kültür ve dinimizle var olabilmemiz için İslam'ı temsil noktasında kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor. Ben İslam'ın neresindeyim? İslam benim hayatımda ne anlam ifade ediyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi