Kıyamet çok mu uzak?
Bir sabah uyandınız ki; dünya üzerindeki bütün demir ve çelikler jöle kıvamında yumuşamış. Gökdelenleri ayakta tutan demir kiriş ve kolonlar, çelik iskelet jöle kıvamında olduğundan dolayı ağırlıkları taşıyamayıp üzerindeki bütün eşyalarla beraber pelte gibi yere yığılmış. Çok katlı binaları ayakta tutan demir-çelik çubuklar jöle kıvamında olduğu için kendisini saran betonun kumun çakılın ağırlığına dayanamadığından dolayı bütün şehirler adeta devasa jöle beldeler haline dönüşmüş. İstanbul'daki üç boğaz köprüsü ve körfezdeki köprü ve diğer bütün demir taşıyıcılar üzerine inşâ edilmiş bütün köprüler jöle kıvamında denizin veya nehirlerin üzerine inmiş suların etkisiyle sallanıyor, dalgalanıyor. Bütün otomobiller jöle bir pelte gibi olduğu yerde yığılmış, kalmış. Bütün trenler, metrolar, tren yolları, devasa gemiler, konteynırlar hepsi jöle kıvamında yumuşamış. Uçaklar havaalanlarında bıngıldayıp duruyor. Demir- çelik ve alaşımlarından imal edilmiş ne kadar madde, eşya, yapı varsa hepsi eriyip akmış kulak memesi kıvamında... Ne kadar korkunç bir manzara olurdu, öyle değil mi? Biz ve etrafımızdaki herkes korku, endişe ve telaşla ne yapacağımızı şaşırmış vaziyette sağa sola bakınırken, kıyametin koptuğunu düşünürken, dağların yürütüleceğinin, kum gibi savrulup, pamuk gibi atılacağının nasıl gerçekleştirileceğini beklerken; o jöleleşmiş demir yığınlarından: "Alışın artık bundan sonra böyleyiz, biz özgürüz, kendi tercihimiz, kendi seçimimiz ayol...!" diye bir ses gelse ne yaparsınız? Hayal etmesi bile korkunç öyle değil mi?
Zira insanoğlu bugünkü medeniyetini, teknik teknolojik gelişmelerin tamamını, ülkeler arası, kıtalar arası yolculuk yapabilmesini, binalar, gökdelenler inşa edebilmesini demir ve çeliğin sert olmasına ve dayanıklılığına borçludur. Şayet demir ve çelik fıtratındaki sertliği ve dayanıklılığı kaybeder, jöleleşirse, yumuşarsa insanlık için büyük bir yıkım ve felaket olur. Kâinattaki her bir varlık belirli bir fıtratla yaratılmıştır, var edilmiştir. Yaratılma, var edilme fıtratına aykırı davranması büyük bir felakettir. Akılsız, cansız, camit bir madde olan demir ve çeliğin yumuşaması, jöleleşmesi, pelte haline gelmesi nasıl büyük yıkımları beraberinde getirecek, neticesinde de insanlığın sonu olacaksa; canlı, akıl ve irade sahibi olan insanın, fıtratına zıt tercihlerin içerisinde bulunarak yaşaması, aynı oranda, hatta daha yıkıcı, yok edici bir felakettir. Bizim inandığımız, Fâtır olan Allah CC. insanı iki farklı cins olarak ve her bir cinside kendisine özgü fıtrat ile yaratmıştır. Fıtratın gereği erkek ile kadın cinsi birbirlerine karşı çekici olarak yaratılmıştır. Aralarına aşk, sevgi ve muhabbet duyguları var edilmiştir. Erkek ile kadının cinsi anlamdaki birlikteliği insan neslinin devamına türemesine sebep kılınmıştır. Ve bu birlikteliğinde rastgele olmaması, yeni doğacak nesillerin maddi, manevi, ruhi, psikolojik, sosyolojik açılardan sağlıklı nesiller olabilmesi adına nikâh dediğimiz kadın ile erkeğin hem birbirine hem de topluma karşı hukuki anlamda sorumlu haline getiren bir bağ ile gerçekleşmesi, ilk insandan bugüne kadar yeryüzündeki bir sünnetullah olarak işlemiştir.
Ama bugün gelmiş olduğumuz noktada girizgâhtaki mizansen de ifade ettiğimiz üzere fıtrat ile oynamaya çalışan, yaratılışa savaş açan akılsız sapıklar tarafından, fitrî olan tersyüz edilmeye çalışılıyor. Kıyameti öne almaya çalışan, hâşâ Allah'ı kıyamete zorlayan birtakım azgın ve sapkınlar, kadın ve erkeğin fıtratına ters olan bir takım cinsi sapkınlıklarını, özgürlük maskesi ile maskeleyerek tüm dünyaya servis etmeye çalışıyorlar. Pazar günü İstanbul'da Taksim ve civarında 27.si düzenlenen sapkın faaliyet ve yürüyüş, kabul edilebilir bir durum değildir. Bu doğrudan doğruya fıtrata, o fıtratı koyan Fâtır olan Allah'a savaş açmaktır. Bizim inandığımız kitabımız, Kuranı Kerim'de bugünkü sapkınların, azgınların tarihi izdüşümü olan Lût Kavmi'nin helak edildiği bilgisi vardır ve Lut Kavmi'nin helak edilmiş olduğu yer ibreti alem olsun diye hâlâ kalıntıları ile yeryüzünde bulunmaktadır. Allah CC. eşcinsellik diye isimlendirilen erkeğin erkek ile kadının kadın ile cinsel birlikteliğini en ağır ifadelerle lanetlemiş ve tarihte bu fiili yaygınlaştırmaya çalışanları da helak etmiştir. Bu gün mazeret olarak arkasına sığınılan; "Efendim, bu bir hastalıktır. Tercihtir. Özgürlükler kapsamında değerlendirilmelidir." türü bu fiilin vukûunu ve şuyûunu masum göstermeye çalışan ifadeler, insanlığı öldürmeye kast eden en öldürücü kitle imha silahlarından daha korkunç ve yıkıcıdır.
Bugün geldiğimiz noktada daha da vahim olan durum şudur. Bu sapkın, azgın, melun fiilleri yapanların gerçekleştirmiş olduğu yürüyüşün, "Onur Yürüyüşü" diye isimlendirilmesidir. Hâlbuki Onur: İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı, haysiyet, izzetinefis manasındadır. Diğer bir tanımlamayla başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, şeref, itibar manasına gelmektedir. Ne tezattır ki kendi yaratılışına saygı duymayanlar haysiyet ve şerefini, itibarını yok sayanlar, bunu ilan etmek için yapmış oldukları yürüyüşe "Onur Yürüyüşü" diyorlar. Sapkınlığın, azgınlığın, Allah'a, inançlara, savaş açmanın adını da özgürlük koyuyorlar. Tercih koyuyorlar. İşin daha da ilginci %99'unun Müslüman olduğu iddia edilen bir ülkedeki Müslümanların tercihleri ile işbaşına gelen belediyeler azgınlığa ve sapkınlığa sahip çıkıyor, destekliyor ve onların bu sapkınlığını meşrûlaştırıyorlar. Birtakım aileler veya sosyal gruplarda bu tür eylemleri ve yaklaşımları normal olarak görüp mâsumlaştırıyorlar. Sapkın cinsel tercihleri olan bir takım şizofrenik tipler, sanatçı, cemiyet insanı ve benzeri ambalajlarla rol model olarak gençlerin bilinçaltına kazınıyor.
Artık şunun farkına varmamız gerekiyor. Tek dünya devleti hevesinde olan Siyonist Yahudilerin ya da yumuşak söylemiyle küreselcilerin, büyük projelerinden bir tanesi olan cinsiyet eşitliği projesi, Türkiye gibi Müslüman olan ülkelerde de artık taban bulmaya başlamıştır. 8 Ocak 2019 tarihli cinsiyeti bozunca ne düzelecek başlıklı yazımda da ifade etmiştim. Maalesef cinsiyetin bir zorunluluk değil, tercih meselesi olduğu anlayışının ilkokullara kadar indiğini yazmıştım. British Counsil gibi dış destekçilere, Koç Grubu ve malum siyasi partiler tarafından içeriden de destek verilmesi ile artık aile yapımızın, gelecek nesillerin bozulması adına büyük projeler uygulandığını ifade etmiştim. Ancak aradan geçen 5-6 aylık zaman diliminde Türkiye kamuoyu yerel seçimlerle oyalanırken yıkıcı projelerin büyük bir hızla uygulandığını ve tabana yayıldığını görüyoruz. Tek dünya devleti kurma arzusundaki Siyonist Yahudilerin projesi olan bu tür sapkınlıklar, ister Evangelistlerin ifadesiyle; "tanrıyı kıyamete zorlamak" diye isimlendirelim, ister "Armageddon savaşları" diye isimlendirelim, neticede Müslüman toplumlar için bir felakettir.
Eğer içimizdeki birtakım beyinsizlerin, karaktersiz, onursuzların özgürlük zannettikleri sapkınlıklar yüzünden insanlığa zarar gelecekse; toplumun istikbalini ve menfaatlerini korumak için pedofili ve her türlü eşcinsellik eylemleri terör kapsamında değerlendirmeli adı "cinsel terörizm" konulmalı, devlet tarafından en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Alınması gereken diğer bir tedbir son dönemde genetiğiyle oynanarak içi boşaltılmış olan ya da tamamen zıt manalarda kullanılan kavramların asıl ve asil manalarına geri döndürülmesidir. Demokrasinin-vatan hainliği, özgürlüğün-sapkınlık ve azgınlık, hoşgörünün-karaktersizlik, onurun-şerefsizlik olmadığının yeniden zihinlere kazınması lazım. Umarım bu gidişata dur diyecek akil insanlar aramızda vardır. Yoksa bu gidiş pek te hayra alamet değil... Yoksa içimizden bir takım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle biz mi helak olacağız?