Bilinmeyen Sözler
Bir bıçak darbesi, dolunay tam üstümüzde yükselirken… Bir bıçak darbesi, şu hüznün meskeni göğsüme! Olmaz mıydı?
Acımadı. Dikiş tutmaz yaralar açtı tam yüreğimde. Ne denli tutup bastırsam da durmadı, aktı canım damla damla; ilk göğsümden, sonraysa dudaklarımdan. Bir bıçak mıydı göğsümü delip geçen, mürekkebini derime kazıyan; duymaktan korktuğum en keskin sözleriyle, benim söylemeye yeltenemediklerimle…
"Keşke kanasaydı yüreğim de akmasaydı canım! O can ki kayıp sözcüklerimin her birini taşıyor içerisinde. Bir o kalsa, gitmese!" diyemeden hiç oldu benden kainata yansıyan her nağme. Aktı canım… Bakanın yerinde saydığını düşündüğü, yalnız görenin durulduğunu fark ettiği bir nehir gibi yavaşça söndüm ben de. Tüm ışığımı yansıttığım bir avuç insandı geriye kalan. Sandım, bir insandan insanlığa ulaşacak bu kalanlar. Oysa bilemedim fısıltıyla çıkan sesimin zayıflığını. İnsanlık bir kenara, tek insana dahi ulaşamadı ince ince işlediklerim. Biçare geçen hayattan nâmurad bir yazgıydı artık bu can.
Ölü odalara serili hasırların altında, birkaç kitabın arasına kıstırılmış kâğıtlarda can bulan öylesine yaşanmış anılar… Ötesi yok.
Bundandır belki, sözler, çabalar ve nicesi âna münhasırmış bildim. Ezildim altında binlercesi gibi…
Lakin yine bilinmedim.
Ömürlük, biricik bir sevdanın güz esintisiydi yüzüme hafifçe esip giden. Güzellikler vadediyordu adeta bana; onunla sürüklenip gitmemi istiyordu benden. Umudumun yegâne sahibi uğradı her bir derin yarama… İlk gözyaşlarımın ve son nefesimin sahibi.
"Sözlerim ol da es, es ki duyulayım! Biricik rüzgâr, son nefesimin sahibi… Ben de yaşadım."
Özümden, kızılcıklarla dolu bir havuzda boğulmaya yakın…
O da bırakıp gitti beni.
Gün doğmuş, yeniden batıyordu ben uzaklardayken. Kavuştum geceye. Firak idi kaderimin son sayfasına işlenen tek gerçek.
Bana güç veren gözlerinde gördüm ölümü. Bir zamanlar hayat dolu ruhunda kalan tek parça umut, anlamını kaybeden satırlarımdı. Hatırladım. Sakladım. Sakındım.