Saklı Sözler
“Sıra sende artık.” Dedim ona, nerede olduğunu görmeden. Duyup duymadığını dahi bilmiyordum. “Niçin?” sorusunu iletti, onun yerine sordum kendime. Niçindi?
“Artık şairin değil şiirin olmak istiyorum.”
Sözcükler döküldü dudaklarımdan, farkında dahi olamadan. Bir yazarın dönüşebileceği en ızdıraplı kişi, satırlarının ardına gizledikleridir. Nitekim öyle oldu. Bulutlarla, sisle, birkaç sonbahardan kalma yaprakla örtmeye çalıştığım her bir sözcük güneşini buldu. Adeta bir ayçiçeği gibi. Onlardan sakındığım bu aydınlık dünya, gözlerini kamaştırdı. Böylesine güzellikleri onlara göstermeyen bana öfke beslediler, suçladılar, intikam ateşiyle yanmaya başladılar. Beni cezalandıracaklardı, pişman olduğumu duyana dek. Oysa benim en büyük cezam yazmaktı, parmaklarım acıdan kıvranırken yazmak: onları ve hayatları. Mürekkebimi kağıda ilk akıttığım gün zindanımı çizdi: kapısız, bir penceresi olan, çoğunlukla karanlık.
Pencerem demir parmaklıklarla donatılmıştı. İçeriye biraz gün ışığı, yağmur ve gökkuşağı sızabiliyordu. Ne baharı, ne kışı görebildim bu sebepten. Mis kokulu güller, toprağında güzel menekşeler çok uzaktı bana. Bencillik ettim, yine de yazdım onları. Güneşsiz büyüttüm çiçeklerimi, gün gelip de onlar ışığı görene dek.
Cezamın vakti geldi: kalemimi aldılar, hem tuvalime hem de yazılarıma sahip çıkan duvarları bir bir tekrar boyadılar. Hücreme kapatıldım yeniden, acımı yaşatabileceğim bir mürekkep dahi olmadan. Bir ömür çaldığım onlarca çiçekten sonra, reva gördükleri yaşam dahi fazlaydı bana.
Sonra anladım, hayatımdan hayatları kadarını istiyorlardı. Sonsuzluğa bırakamayacak kadar detaylıydı güneş ışınlarının onlarda uyandırdığı fikirler. Sevindim, serpilmelerine. Korkularıma yenik düşerek onlara veremediğim ilgi, farkındalık dahi olmadan dimdik kendi ayakları üzerinde durmaları gözlerimi yaşarttı.
Gözyaşlarımın acıttığını fark ettim, uzun zamandır yalnızca duvar üstüne duvar gören gözlerimi. Bilmem ne kadar olmuştu mürekkep dışında bir damla göreli. Benimsedim, yıllardır kabuslarımın baş kahramanı hüznü. Onu sıcak bir gülümsemeyle selamladım, birbirimize muhtaç olduğumuzu anladım.
Benim için dakikalar, kimi için aylar sonra “Seni bağışlayacağız.” Diyerek geldi bir akasya. İstemedim, fikrimi sormadı. Şimdiye kadar benden kopan her bir parçam ve mürekkebim bir araya toplandılar:
-Bize söyle!
-Neyi?
-Artık yazılacağını.
-Yapamam.
-Seni azad ettik, söyle...
Bir kez daha çektim havasını nefes alması oldukça güç olan bu zindanın. Ve bu sefer kalemimden değil, dilimden döküldü sözcükler:
“Şairiniz değil, şiiriniz olacağım.”
İlk önce duvarlar, sonra onlar kayboldu. Durdum, sustum, sözlerimde yaşlandım..