İlk Umre izlenimlerim
Uçağımız Cidde’ye indiğinde öğle saati yaklaşmıştı ve güneşli, sıcak bir gün yaşanıyordu. Havaalanından otobüslerimize bindiğimizde içimizdeki Kâbe aşkı biraz daha harlanmıştı. Geçtiğimiz her şerit her kilometre bizi o mübarek şehre ve o arzın kalbi olan yapıya yaklaştırıyordu. Üzerimizde Konya havaalanında giydiğimiz ihramlarımızla önce otelimize yerleştik ve birkaç saatlik bir dinlenmenin ardından Kâbe’ye geçtik. O muhteşem yapıda Hz. Âdem’den bu yana birçok peygamberin izleri vardı. Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve sevgili Peygamber’imiz Muhammed Mustafa bu zincirin altın halkalarını oluşturuluyordu. Yılların özlemi, merakı ve heyecanı ile ilk gördüğüm anda ilk duam dudaklarımdan dökülüverdi. Dünyanın dört bir yanından gelen Müslüman kardeşlerimizle beraber ellerimizi açmış Allah’a dua ediyorduk. Bambaşka bir duyguydu bu. Gözler puslu, gözler yaşlı, gözler kuru ama farklı bir boyutta… Yüz binlerce insan. Çoluklarına çocuklarına, ülkelerine, halklarına, arkadaşlarına dostlarına, Gazze’ye, Filistin’e dualar ediyorduk. Tavaflar, namazlar, dualar, umreler, saylar hiç durmadan o kutsal yapının içinde devam edip gidiyordu.
Bir taraftan da çalışan işçiler, çeşitli iş makinaları ve Kâbe ile aramıza çekilen geçici bariyerler, duvarlar, engeller… Doğrusu bunu yadırgadığımı söyleyebilirim. Elbette kolay değil o kadar insanı orada ağırlamak, yapacakları ibadetleri daha kolaylaştırmak, huzuru hale getirmek zor bir görev olsa gerek. Ancak bunu yapmanın bir hızı ve zamanı olmalı diye düşünüyorum. Zira bu hareketlilik oradaki bulunduğu alana almıyorlar. İhramlı olmadığım zaman birinci kata da sokmuyorlar. Ben tavaflarımı ve saylarımı ancak ikinci katta yapabildim. Orada ise şu saydığım faaliyetlerin fazlalığı sebebiyle birçok yeri kapalı olduğu için Kâbe’yi çok az yerinden görebiliyordum. O kadar çok engelli insan ibadet ediyor ki orada (ki yaşlı ve güçsüz insanlar da burada tekerlekli sandalye ile tavaf ettiriliyor.) yalnız bunların bulunması gereken bu alana bir de sağlıklı olanlar da alınınca zaman zaman burada tavaf yapmak da güçleşiyor.
Elbette ki bunlar orada yaşanan vuslatın ve manevi havanın yanında çok da önemli şeyler değil ama ben yine de buraya not düşmek istedim. Zira engelli bir Müslümanın orada nelerle uğraştığını empati yapmak isteyenler için ve oradaki durumu düzeltme makamına ulaşanlar için yazmak görevim diye düşünüyorum. 16 günlük Mekke bölümünü, umre ve tavaflarımızın yanı sıra diğer rutin ibadetlerimizle tamamladıktan sonra bir başka vüsat mekânı Medine’ye geçtik. Uzun sayılabilecek bir otobüs yolculuğundan sonra bir akşamüstü bu mübarek şehre ulaştık. Hemen Ravza’ya varıp Efendimizi selamlamak için yeşil kubbenin bulunduğu alanda sıraya girenlerin arasındaki yerimizi aldık ve dakikalar sonra sırasıyla Peygamber Efendimizi, Hz. Ebu Bekir’i ve HZ. Ömer’i selamladık. Farklı duygular yaşadım yine orada da. Anlat deseniz inanın onları cümleye dökecek kelimelerim yok benim.
Aslında anlatacak çok şey var ama ilk izlenimler olarak bu kadarla yetineyim. Arafat’ı, Uhud’u, Hudeybiye’yi, belki Taif’i, Sultan 2. Abdülhamid’in yaptırdığı Gar’ı, Osmanlı izlerini, Semure ağaçlarını daha sonraki yazılarıma bırakarak bu yazımı sonlandırayım.
Sevgiyle kalın.
Ve Medine’ye geçeceğimiz günün gecesinde yazdığım ÇAĞIRIR MEDİNE adlı şiirimle sizleri baş başa bırakayım.
Bir çölün rüzgârı eser özüme
Medine yolları beni çağırır
Açmış aguşunu bakar gözüme
Rasül'ün kolları beni çağırır
Dilimde selamlar giderim güle
Kalbimi açarım ben o Rasül'e
Gel der uzaklardan ağaçlar bile
Yeşeren dalları beni çağırır
Sevgim ezeldendir, kalubeladan
Önce varayım ah, o son sâlâdan
Esse de rüzgârlar evden sıladan
Kuba'nın yelleri beni çağırır
Aklımı, kalbimi aşkıyla yorsam
İki büklüm olup huzura varsam
Ravza'ya varıp da selama dursam
Peygamber gülleri beni çağırır
Yüreğimin mülkü tapusundadır
Gönlümün huzuru yapısındadır
Ensarı Eyüp'ün kapısındadır
Kusva'nın çulları beni çağırır
Sahabe sahabe selam vereyim
Nebi'min izine yüzüm süreyim
Yüzünü görmedim izin göreyim
Hasretin çölleri beni çağırır
Ebu Bekir Sıddık, Hazreti Ali
Hattab oğlu Ömer, tekmil ahali
Şehitlerle dolu Uhud mahali
Hakk'ın has kulları beni çağırır
Büyüyor bağrımda icabet aşkı
Sarıyor içimi muhabbet aşkı
Hasani gönlümde Muhammed aşkı
Ol vuslat elleri beni çağırır