Necmettin Şimşek

Necmettin Şimşek

Hiç Mi Yok? Evet, Hiç Yok

Hiç Mi Yok? Evet, Hiç Yok

*Emin olmak istediğimizde, şüphemiz ağır bastığında, inanamadığımızda yok olan için hiç kelimesini kullanırız. Hiçlik yokluktur, sıfırdır. Devamını getirmemek gerek. Olimpiyat bitti. 64. Sırada bitirdik. Hiç mi altın yok evet hiç yok. Olimpiyat teknik olarak mükemmeldi. Başlangıç olarak takılı kaldığımız renkli noktalar hariç şehir merkezinde yapılması kusursuzdu. Ayrı bir masraf çıkarılmadı. Ekonomik olarak ders niteliğindeydi.

**Bütün problemlerin temeli ekonomidir. Ekonomik olarak kalkınamayan ülkeler başka problemleri de ardı sıra çekmeye mahkûmdur. Turizm, eğitim, sağlık, güvenlik gibi temel kalkınma hamleleri ne yapılsa sonuç daha kötü olur. Spor, sanat ve kültürel etkinlikler ise tamamlayıcı, milli olma kriterlerinin en önemlileri. Kalkınmış ülkeler her bakımdan önde olma yolundadırlar. Her hangi bir spor dalında veya sanat kolunda geri kalamazlar. Turizm de Yunan ne yaptı. Herkes gördü. Eğitim yılı Türkiye Yüzyılı Maarif Yılı başlayacak, sonra bakacağız 208 üniversite ve profesörler ne yapıyor. Sağlık komplekslerimiz dolu. Suriye dâhil etrafımız tam bir Ortadoğu. Dünya 91 demokrasi ülkesi ve 88 otokrasi ülkesi olarak yarı yarıya bölünmüş. Dünya nüfusunun %71'i yaklaşık 5,7 milyar insan otokratik ülkelerde yaşıyor. Seçimli otokrasiler açık ara en fazla nüfusu sahip ki, bu dünya nüfusunun %44'ü yaklaşık 3,5 milyar insan demek. Türkiye 179 ülke arasında seçimli otokratik yapısı ile 140. sırada. Tanıdık ülkelerden bizden daha kötü Katar, İran, BAE, Suudi Arabistan, Azerbaycan ve Belarus var. Son sırada ise Eritre. Türkiye’nin toplam skoru 4,33 ancak en düşük skor alt başlıklardan biri olan bireysel hak ve özgürlüklerden gelmiş. Oradaki skorumuz 2,06. Dünyada demokrasi ile ekonomik gelişmişlik arasında sıkı bir ilişki var. Demokratik hak ve özgürlükler geliştikçe bunun kişilerin refahına yansıması da bu gelişmeyle doğru orantılı olarak hareket ediyor.

**Türkiye’nin enflasyonu en önemli sorunu. Enflasyonun varlığı faizlerin de yüksek olmasına yol açıyor. Enflasyon sorunu döneme bağlı olarak farklı nedenlerden kaynaklanarak çözümsüz biçimde ekonominin tepesinde. Türkiye’nin üretimde kullandığı girdilerin hammaddeler, ara malları ve makine teçhizat gibi sermaye malları önemli bölümü ithal. Üretim maliyetleri yükselince de ister istemez bu artışlar fiyatlara yansıyor ve enflasyon oluyor. TL’nin değer kaybı süreklilik gösterdikçe enflasyon da süreklilik sergiliyor. Enflasyon yükseldikçe faizin yükselmesi de kaçınılmaz. Türkiye ekonomisinin 2001 krizi sonrasında önemli sorunlarından birisi yüksek oranlı işsizlik. 2001 krizine kadar %7 –%8 arasında oluşan işsizlik oranı krizle birlikte iki haneye yükseldi ve bir daha da eski düzeyine inmeyerek %12 – %13 arasında gerçekleşti. Konumuz resmi işsizlik oranı. Bir başka ifadeyle bilgilerin toplandığı son 4 haftada işsiz olup da iş arama kaynaklarına başvuranların işsiz olarak değerlendirilmesiyle oluşan oran. Bu işsizlerin sayısından daha fazla sayıda insan işsiz olduğu halde son 4 hafta içinde iş arama kaynaklarına başvuruda bulunmadığı için işsiz kategorisine dâhil edilmiyor. Bunlar da işsiz. Onları da katarak bakarsak geniş işsizlik oranı denilen bir oran çıkıyor karşımıza ki bu oran %27. Türkiye’nin gerçeklerine en uygun olan tanım bu tanım, yani gerçek işsizlik oranı %27. Bu çok yüksek bir oran ve bu sorunun çözülmesi gerekiyor. Türkiye ekonomisinin bir başka uzun geçmişli sorunu açık vermeden büyüyememek olarak karşımızda. Türkiye ekonomisi ya bütçe açığı ya da cari açık vererek büyüyebiliyor. 2001 krizine kadar tercih bütçe açığı vererek büyümekti. Kamu kesimi gelirinden fazla harcama yaparak ekonominin büyümesine öncülük ediyordu. O dönemlerde bütçe açıkları GSYH’nin %10’u dolayındaydı. 2001 krizi sonrasında kamu mali disiplini çerçevesinde bütçe açıklarının düşürülmesi eylemine girişildi ve bütçe açıkları oldukça azaldı. Buna karşılık bu kez özel kesim açık verip borçlanmaya ve cari açık yükselmeye başladı.

*****Sonuç olarak, Türkiye, bugüne kadar bu sorunları çözme girişimlerine hep sonuçtan; enflasyonu, hatta ondan önce faizi düşürmeye çalışarak başladı. Bu girişimlerinin karşılığında bazen kısa vadede iyi yanıtlar alır gibi olunca da yöneticiler sorunun bu yolla çözülebileceği yanılgısına kapıldılar. Bu, yeni bir yanılgı değil. Yöneticiler değişse de aynı yanılgı uzun yıllardır tekrarlanıyor. Bu yanılgı, yöneticilerin, risk yaratan yaklaşımların kendi kararlarından doğduğunu kabul edememelerinden kaynaklanıyor. Neden yerine sonuçtan çözüme gitme yaklaşımıyla enflasyonda kısa süreli düşüşler gerçekleşti. Ne var ki bu olumlu sonuçlar vade uzayınca kayboldu. Bir başka ifadeyle Türkiye bu olumlu havayı sürdüremedi. Çünkü riskler ortadan kalkmamış, azaltılamamış hatta artmıştı. Bir başka deyişle sonuçtan giderek nedeni çözmek mümkün olmadığı gibi risklerin de artmasına yol açılmıştı. Riskleri ortadan kaldıramadığınız ya da en azından azaltamadığınız bir ortamda çözümler hep geçici olmaya mahkûmdur. O nedenle Türkiye’nin kesin çözüm elde edebilmek için sonuçtan değil nedenden yola çıkarak riskleri kaldıracak ya da azaltacak adımları atması gerekiyor. Bunun da yolu komşularla sorunları çözmeye çabalamak bu yolda çaba göstermek bile yeterli olabilir, demokrasiyi geliştirmek, hukukun üstünlüğünü yaşama geçirmek gibi adımlarla sağlanabilir. Bu adımlar atılabilirse Türkiye’nin CDS risk priminin ciddi biçimde düşeceğini düşünüyorum. Risk primi düşerse TL’nin yabancı paralar karşısında hızlı değer kaybı önlenebilir ve dolayısıyla enflasyon da denetim altına alınabilir. Enflasyonda düşüş başlamasıyla faizler de düşüşe geçer. Bugünkü ekonomik sıkıntıların çoğu aslında ekonomik olmayan nedenlerin yarattığı risk artışından kaynaklanıyor. O nedenle çözüm de oralardan başlamak zorunda. Hiç mi çare yok evet hiç yok. Kendi kendimize çözmeliyiz dertlerimizi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Necmettin Şimşek Arşivi