Hafız İsmail (87)
Bu aralar sarraf Kadir ile saraç Ömer’i ziyaret etme düşüncesi zihninden çıkmıyordu. Sabah namazından sonra gözünü uyku tutmadı. Evin içinde gezinirken, henüz uyanan hanımına; “Bugün şehre gideceğim, bir hacet var mı?” Diye sordu. Hanımı onun apar topar şehre gitmek isteyişine şaşırdı. Bir an durakladı, sonra da; “Şehirden bana kırmızı mavi güllü bir şalvarlık alsan!” Diye söylendi. Hafız İsmail, tamam der gibi başını salladı. Kolundaki yeni aldığı üç yıldızlı saate şöyle bir göz attı. Otobüsün kalkma vakti bir hayli yaklaşmıştı. Hanımına veda ederek evden ayrıldı. Cami önüne vardığında otobüsün hala meydan da durduğunu gördü. İçinden, oh! Be otobüsü kaçırmamışım diye mırıldandı. Otobüsün tepesine eşyaları yerleştirmeye çalışan muavin Sedat’a, kolay gelsin diye seslendi. Otobüse bindi. Şoför Jet Ali’ye selam verip koltukların birine ilişti. Heybesini katlayarak koltuğun üzerine koydu. Bir an, böyle kaçarmış gibi gitmek olur mu? Birilerine haber vermeliyim Diye düşündü. Şoför jet Ali’ye; “Hemen geliyorum.” Diyerek otobüsün kapısına yöneldi. Etrafa bakınan köse bakkal’a; “İbrahim ağa ben şehre varıp geleceğim. Cemaate selam söyle, bugünlük beni idare etsinler.” Dedi. Tekrar otobüse binerek koltuğuna oturdu. Yolcular, yolculuğa sigaralarını tüttürerek “Merhaba” Demişlerdi. Ortalıkta göz gözü görmüyordu. Otobüs tozu dumana katarak yol alırken gün ağarmış, Güneş yüzünü göstermeye başlamıştı.
Hızlı adımlarla bir caddeden öbürüne atladı. Tarihi üzüm pazarının önünden geçerken içi “cız” Etti. Yolunu biraz daha uzatıp, “Çifte Minareli Medrese”ye uğradı. Birden yüreği sıcacık oldu. Gözleri nemlendi. Medresenin mermerleri üzerinde bir müddet soluklandı. Medresenin kapısına takılıp kalan gözlerini bir türlü alamadı. İçini korkuyla karışık bir duygu sardı. Sanki rahmetli hocası oradan çıkıp yanına gelecek, sonrada kulağından kavrayıp; “Neredesin hayırsız.” Diyecekti. Ürpererek ayağa kalktı. Kabe’yi tavaf edermiş gibi medresenin etrafında birkaç kez tur attı. Oradan ayrılırken derin düşünceler içindeydi. Her şey yerli yerindeymiş gibi görünse de şimdi ne hocası, ne arkadaşları vardı. Ancak hatıralar bu mekana sırlanmış gibi hala yaşamaktaydı.
Önce sarraf Kadir’e uğramalıyım diye düşündü. Sarraflar çarşısının doğuya doğru bükülen sokağının başındaki ilk dükkan onun dükkanıydı. Sarraf Kadir hafız İsmail’i görünce heyecanla ayağa kalktı. Ona sıkıca sarıldı. Memnuniyeti her halinden belliydi. Onu buyur ettikten sonra; “Hafız nerelerdesin sen? Hadi gelemedin anladıkta insan iki satır yazmaz mı yahu.” Diye çıkıştı. Hafız İsmail boynunu büküp, “Haklısın Kadir ağabey” Dedi. Çaylar içildi. Hatıralar yat edildi. Eline aldığı cildi pörsümüş kalın bir defteri karıştıran sarraf Kadir, hafız İsmail’e; “Hafız ben de neredeyse bir ev parası birikmiş. Ne düşünüyorsun?” diye sordu. Hafız İsmail; “Talebelik zamanımda kaldığım mahalleden bana bir ev alalım Kadir ağabey.” Diye cevap verdi. Oysa ev bark almak gibi bir niyeti yoktu. Ancak köylerden bıkmış, onun bunun sözünü kaldıramaz olmuştu. Aklından bir evim olursa taşınır, şehirde kendime bir düzen kurarım. Hem de çocuklar büyüdü. Burada, şehir okullarında okurlar diye geçirdi. Onlar konuşurlarken zaman çabucak geçip gitti. Otobüsün hareket saati yaklaşmıştı. Saraç Ömer’e bir geldiğimde uğrarım diye düşündü. Sarraf Kadir’e veda ederek oradan ayrıldı. Hanımına şalvarlık kumaş alıp, daha sonra garajın yolunu tutacaktı. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.