Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal GÜN GÜNÜ ARATACAK

GÜN GÜNÜ ARATACAK

ABD ve Çin arasındaki korumacı politika uygulamalarıyla başlayan mücadele, kur savaşlarından ticaret savaşlarına, hatta her alanda mücadeleye doğru ivme kazanmaya devam etmektedir. Trump’lı ABD’nin Çin ile giriştiği başta ekonomi olmak üzere, birçok alanda geri kalmaya başlamasının önüne geçmek amacıyla, Çin mallarına yönelik gümrük vergisi oranlarını artırma eylemine benzer şekilde karşılık alması, küresel ekonominin orta ve uzun vadede durgunluğa girme tehlikesiyle karşılaşmasında en önemli faktördür. Kaça mâl olursa olsun ABD’nin çıkarlarını koruma adına kafasına taktığı her hangi bir düşünceyi, diğer ülkelerin de haklı olabilme olasılığını düşünmeden uygulamaya koymaktan çekinmeyen Trump için işlerin, öyle kolaylıkla yoluna girmesi zor görünmektedir. ABD’nin önceden ilan ettiği ticaret savaşları bağlamında 110 milyar dolar tutarındaki Çin mallarına, 1 Eylül'den bu yana ek gümrük vergisi uygulanmasına başlandı. Alınan bu kararın yol açacağı olası ekonomik ve siyasi etkileri, öncelikle şüphesiz kısa vadede hem ABD hem Çin tarafında ortaya çıkacak, orta ve uzun dönemde ise tüm ülke ekonomilerine yansımaları olacaktır. Ayrıca Çin tarafı kendi ekonomik çıkarlarını koruma düşüncesiyle ve G-20 zirvesinde liderler arasında yapılan görüşmeler sonucu anlaşılan konulara uymamasını neden göstererek ABD’ye, Dünya Ticaret Örgütü üzerinden dava açtı. Söz konusu davanın sonuçları kadar, tarafların savunma argümanları da bir o kadar ilginçtir. Bir yanda demokrasinin, özgürlüğün, insan haklarının ve serbest rekabetçi ekonominin en önde gelen ülkesi konumunda ilk sırada yer aldığı söylenen ABD; diğer yanda yazılı yada yazılı olmayan komuta ve yarı serbest toplumsal ve ekonomi kurallarıyla yönetilen, tutucu bir Çin. Asıl tuhaflık burada başlıyor; şöyle ki ABD Çin’in üretim hızına ve teknolojisine kısacası ekonomi potansiyeline karşı üretim, teknoloji ve inovasyonla ile değil de, yaptırım, dayatma ve hatta tehditle karşılık vermeye çabalamaktadır. Buna karşın uzun yıllardır komünist rejim baskısı altında yönetilen ve yeni yeni zayıf da olsa yarı demokrasi parıltıları gelmeye başlayan Çin ise, ABD’ye karşı özü itibariyle rekabete dayanan serbest liberal ekonomiyi savunmakta, bundan dolayı da ABD’yi WTO’ya şikayet edebilmektedir. Üstelik Trump, kendi bakış açısına (America first, America first) göre Çin’i yola getirmeyi başardıktan sonra sıranın AB’ye geleceğini açıkça söylemekten çekinmemektedir.

Çin ile birlikte dünya ticaret hacminin yaklaşık üçte birini meydana getiren AB’nin öncelikle otomobiller üzerinden, ABD’nin gümrük vergileri yaptırımı ile karşı karşıya gelmesi ABD, Çin ve AB ekonomilerinin daralma sürecini derinleştirip, global ekonomiyi stagnasyona sürüklemekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. Bunun da şüphesiz farkında olduğunu düşündüğüm Trump; Çin, AB, Kanada ve Meksika gibi dış ticaret açığı verdiği ülkelere karşı, orta gelir düzeyindeki ve kendine yüksek oranda oy veren ABD’li vatandaşların gelirlerini artırma adına mücadele alanı genişletmek veya 2020 Kasım ayında yapılacak seçimlere kadar konuyu sürüncemede bırakarak, asıl hamlesini seçimi kazandıktan sonra yapmak gibi, büyük bir ikilem arasında gidip gelmektedir. Trump’ın vereceği kararlar, atacağı adımlar ve uygulamaya koyduğu politikalar, ABD reel ekonomisinin düzeyini ve FED’in faiz artırım veya azaltım uygulamalarının seyrini çizeceği gibi, aynı zamanda dünya ekonomisindeki büyüme trendinin de yolunu belirleyecektir. Küresel ekonominin istikrarını olumsuz etkileyecek bir diğer unsur B. Johnson kendi siyasi geleceğini önceleyen, İngiltere’nin Brexit sürecinin AB’den anlaşmalı mı yoksa anlaşmasız mı olacak yönünde sergilediği politikalarıdır. Genelde AB ve özelde Türkiye ile ciddi hacimde iktisadi ilişkileri bulunan İngiltere’nin, ağır bir ekonomik hasarla anlaşmasız olarak Brexit sürecini tamamlaması, dünya ve ülkemiz ekonomisini önemli düzeyde yaralayarak, resesyonun yayılmasına katkıda bulunacaktır.

Ülke ekonomimiz açısından gelişen olaylar irdelendiğinde, bardağın dolu veya boş oluşuna göre bakış açısı değişmektedir. Birincisi dış ticaret açığının daralmasına rağmen, ithalata bağımlı ekonomik yapımızdan dolayı belirsizlik işaretleri vermesidir. İkincisi, zincirlenmiş hacim endeksine göre ekonomimizin 2019 ikinci çeyreğinde, 2018’in aynı dönemine göre %1.5 daralması, 2019’un ilk çeyreğine göre de mevsim ve takvim etkileri elimine edildikten sonra %1.2 büyümesidir. Üçüncüsü ise baz etkisinden dolayı yıllık enflasyonun %15.1’e, yıllık yurtiçi ÜFE’nin %13.5’e düşerek makasın daralmasıdır. Türkiye ekonomisi uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek orta ve ileri teknolojiye dayalı mal üretememe, katı enflasyon ve istikrarsız büyüme kıskacı içindedir. Bu üçlü çıkmazı açmak olanaksız değil, ancak zordur. Bunu başarmanın tek yolu, siyasi gelecek hesaplarını bir yana bırakarak, ekonomide oligopolistik rekabet ortamını önleyecek kararları, hukuk ve adalet güvencesi çerçevesinde güvence altına alıp uygulamaktan geçmektedir.       

 

Soru: Teknolojik işsizlik uzun dönemde toplam işsizliğe yol açar mı? Neden?

Sözün Gözü: Mutlu insan, vicdanı rahat olan insandır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi