Ömer Tokgöz
Ömer Tokgöz Çocukluğun büyülü dünyası

Çocukluğun büyülü dünyası

Çocukluk anıları masallardaki dünya gibi pırıl pırıl ve destansı bir hatıralar yumağıdır. Hayatın başındasınız ve henüz ilkokula başlamamışsınız ve tek sosyal çevreniz mahalledeki karşı komşu veya yan komşular ve onların çocuklarıdır. 1960-1980’ li yıllar arasında tüm Türkiye'de çocuklar arasında oyunlar birbirine benzerdi. Basit ve sade malzemelerden sıfır maliyetli, arkadaş dayanışması ile temin edilen doğal oyuncaklar ile oyunlar oynanırdı. Hayat bugünün apartman, site ve rezidans çocukları gibi steril bir alt kat üst kat veya site içi izole park içinde değil sokakta akardı.

whatsapp-gorsel-2024-06-02-saat-16-19-09-94571e9e.jpg

Sokakta, caddede seksek oynardık. Erkek kız fark etmez ip atlar, çember çevirir, hotmiş taş diker, istop ve yakan top oynar, kağıttan uçurtma yapar ve üç aylar başlarken elimizde cüz torbası alırdık o zaman plastik poşet icat edilmemişti ve şivlilik toplardık. Mahallede olan tek alışveriş yeri mahalle bakkalı idi. Loş ve karanlık ve içerisinde her şey olan bir orta boy dükkân idi. Tartı ve kasanın olduğu ön kısımda tüm albenisi ile çocuklara hitap eden ürünler sıralanırdı. O günlerin moda içeceği şişe kola değil gazoz idi ve Çamlıca, Yerköy ve Ankara marka gazozu içmek lüks idi.

Nostaljik anlatılarda ve bazı fotoğraflarda görüldüğü üzere mahalle bakkalından kağıt külahta bir çay bardağı çekirdek alırdık. Biz mahalli ağız olarak çekirdeğe aramızda çitlek derdik ve hediyesi 25/50 kuruş idi. Elimizde birer külah üstelik geze geze çitlerdik. Olmadı pantolon cebine koyar, o günkü tabirle cebimize çakardık. Akide şekeri, gofret, toz leblebi, eskimo denilen renkli dondurulmuş ve buzdan dondurma çok hoş idi, yala yala bitmez lafı o zaman çıktı galiba. Sokakta, caddede seksek oynardık. Erkek kız fark etmez ip atlar, çember çevirir, hotmiş diker, istop ve yakan top oynar, kağıttan uçurtma yapardık. Üç aylar başlarken elimize bir cüz torbası alırdık o zaman plastik poşet icat edilmemişti ve şivlilik toplardık.

Arap kızı veya tipi tip, dandy isimli sakızlar modaydı, sakızlardan çeşitli kartlar çıkardı. Özellikle bu kartlar içinde takımlar ve futbolcuları, sinema artistleri ve otomobil kartlarını biriktirirdik. Sonra oyun eder, kim kimi ütecek diye kartları açardık. Büyük rakam çıkan diğerinden kart alırdı. Gazoz kapaklarını toplar, taşla düzler içine çamur veya portakal kabuğu basardık. Kömür tozuyla veya bulursak tebeşirle caddeye uzun bir labirent çizer, içinde 3’er vuruşla gazoz kapaklarını ite ite çizgi dışına çıkmadan en başa gitmeye çalışırdık.

Kaldırım üzerine şekil çizer üç taş ile saatlerce cark curk oynardık, yoğurt ekmek ile kanar ve doyardık. Bildiğiniz kayısı çekirdeğini toplar, taşa sürterek deler ve düdük gibi kullanırdık. İkinci olarak kayısı çekirdeklerini duvar dibine kazdığımız avuç içi kadar çukur açıp oynardık. Çukuru hedef yapar içine tek seferde ve en fazla çekirdek atıp girdirme oyunu yapardık. Tabi ki ev de duvar da kerpiç idi. Sokak genelde çıkmaz sokak olurdu ki oynaması rahat olsun. Bugün yeni kuşaklara gösterecek çıkmaz sokak bile kalmadı.

Neşe içinde tekerlemeler söyleyerek aslında artistik jimnastik denilebilecek birdirbir atlardık. Toprak kubbe yuvarlayıp çamurdan harmanbiş yapardık. Harmanbiş, Keloğlan'ın başı biş diye mâni söyleyerek küçük bir çamur tepesi yapardık. Sonra dört bir yandan kazıp deler, en üstten su döküp kimin tarafı çökecek diye yarışırdık. Mesela bakır ve demir ince telden arabalar yapar, makaradan teker takar ve süslerdik. Yine bilye rulmanlardan tahta billalı/bilyalı yapar ve iki kişi dönüşümlü sürerdik. Hemen sokakta naylon bir top bulur, çift kale takım kurar ve saatlerce futbol oynardık. (https://www.yenihaberden.com/konya-oyuncak-muzesi-ve-oyun-oynama-sokagi-14178yy.htm)

whatsapp-gorsel-2024-06-02-saat-16-19-09-5406094f.jpg

Araç trafiği ve yoğunluk olmayan sokakta en popüler oyun o dönem boncuk ve bilye ile ellerimiz toprak zeminde yara oluncaya hatta nasır tutuncaya kadar saatlerce çok oynadık. Cıncık bilye yani cam bilye ve bir çeşit üçgene bilye atma ve baş oyunu oynardık. Esas demir metal bilye makbul idi, üçgen içine konulan plastik boncuk, atların süs boncukları yaygındı. Bunlara göre değerli olan cam ve taş boncukları ve şekilli boncukları kazanmak yani ütmek esas maharet idi. Demir bilye ise cam olanlara göre ağır olduğu için daha iyi ele oturur idi. Demir bilye aynı zamanda kibar olacak ne çok küçük ne bu cam bilyelerle aynı boyda olacak bir katı filan büyük olmayacak idi. Çünkü büyük bilye ele ve baş parmağa oturmaz, cam bilyenin bir tık küçüğü ideal olur. Demir bilye orta karar olunca birinciyi tespit edecek atışlarda toprak ve asfaltta kararlı ve düzgün durur. İkinci olarak rakip çocuğun bilyesi eğer cam ise diskalifiye etmeye ve üçgenden uzaklaştırmaya yarar, üçgen içindeki boncukları rahat çıkarırsınız.

Bilye oyununda esas maharetlerden biri de atış yaparken iyi nişancı olmaktı. Yerden atışlarda olduğu kadar acizane benim çok iyi yaptığım gibi esas maharet ayakta atış yapıp hem üçgenden boncuk almak hem de ustalıkla rakip bilyeyi vurup uzaklaştırmak idi. Bilye oyunu basit ve kolay oynandığı için çok yaygındı. Bulunduğumuz mıntıka ve sokaktan tüm Araplar mahallesine giderdik. Özellikle Ak cami, Kavak altı, Büyük Sinan, Küçük Sinan, Şehit Sadık ilkokulu, Cengiz Topel ilkokulu tarafı, merhum İğneci Ahmet dayımın evinin olduğu taraflara, Karaciğan mahallesi hatta Sedirler tarafına bile birkaç arkadaş bilye oyunu oynamaya gidilirdi. Diğer mahallelerden de bizim tarafa gelenler olurdu.

Bilyeyi toprak olan yerlerde oynamak daha güzel idi, eller zamanla toz olur, hatta baş parmak tarafı ve yumruk tarafı hafiften izi çıkar, nasır demeyelim ama çok oynayan belli olur idi...Ütülen boncuklar, ipe çizilirdi, cepte iyi oyunculuğun göstergesi olarak taşınırdı, nadir olan ve herkeste olmayan boncuklara sahip olmak hava atmak için bire birdi. Sokak araları toprak idi, kavak altı tarafında bağ puştaları vardı. Kaldırımların üstü daha henüz asfalt/parke değil bir kısmı toprak idi. Dolayısıyla evler genelde kerpiç olduğu için duvar dibine ufak çukurlar kazıp bilye veya kayısı çekirdeği atıp oynamak moda idi. Oyun başında çukura en çok çekirdek sokan birinci olur ve öne geçerdi.

Bahar aylarında ise yağmurlu havalarda mutlaka Arap kızı camdan bakardı ve tüm çocuklar yağmurdan sonra mis gibi toprak kokusu içinde erkekli kızlı kafile halinde ev ev dolaşır, pilav yapmak için maniler eşliğinde evlerden yağmurdan bulgurdan diyerek bulgur, yumurta ve yağ isterdik. Sonra gönüllü bir teyzemiz toplanan malzemelerden kocaman bir sini bulgur pilavı pişirir, toplu halde tahta kaşıkla kapışa kapışa yerdik.

Mahalledeki pelit ağacını taşlar düşen pelitleri yerdik. Kavak altında caminin yanındaki Ali Ağa'nın bahçesine kerpiç duvardan atlar girerdik. Hemen ağaçlardan kayısı ve erik çağla yolardık, sonra bir ses duyar, eşek sıpaları, vay gidiler diye ve apar topar yakalanmayalım, kulağımız çekilecek diye korkar kaçardık. Bir sonraki gün bir daha girerdik bahçeye. Ali Ağa’nın bahçesi nerede mi? Şimdi yerinde yeller esen hatta ismi bile artık meçhul olan cıngırıklı kuyunun dibinde idi. Ali Ağanın bahçesi değil evi bile kalmadı, şimdi yerinde apartman bloğu var. 1990-95 yılından sonraki kuşak bile zor hatırlar, 2000’den sonraki kuşak ise hiç duymamıştır.

Sene 2024 yılı Mayıs ayına geldiğimizde ise Araplar mahallesi Yeni Kayacık sokaktan geriye hiçbir şey kalmamış ve komple yıkılmış beton blok yapılmak üzere müteahhit beklemektedir. Sadece ilkokul boyunca yazları kuran kursuna gittiğim mahalle mescidi ve benimde çocukluğumda defalarca kana kana tatlı su içtiğim bir sokak çeşmesi kaldı. Onu da ben hatırladım ve yıkıntılar arasında son anda fark ettim. Sille taşından yapılma, kör tapalı, duvarı sprey boyalı çeşmede bir kitabesi olduğunu gördüm.

Kitabe şöyle:

1. Cerâ hâzihi’l-ayni bi sa’yi ashâbu’l-hayrât

2. Sekâhum rabbuhüm min rahîkın ve tesnîmu’l- cenneti

Hicri 1339-1342- miladi 1920

Çeşme kitabesinde iki kelime önemli, Rahik: duru su, kokulu şarap demek, Tesnim: cennetteki dört ırmaktan biri. Kitabede Kur'an-ı Kerim " Mutaffifin suresi 25-27.ci ayeti kerimelere atıf ve çağrışım yapılmış. Anlamı: Bu kana kana içilen su gözünü inşa eden, suyu akıtan ve çalışan hayır sahiplerine Rableri tarafından (Onlara) her türlü zarara karşı ilâhî teminat mührü taşıyan Tesnim pınarından (hâlis bir içecekten) içirilir. Yani bu kısa iki satır kitabede yaptırana ve içene Tesnim pınarı gibi olsun/onu düşleyerek içsinler denilmiş.

Araştırdım çeşmenin yaptıranı bilinmiyor, bir kayıt görülmüyor. Ancak çeşmeye bu kitabeyi yazdıracak birikime sahip arif ve çelebi ruhlu bir mahalle sakini yaşamış olmalı. Sille taşından yapılmış olan ve 104 yaşındaki çeşme halen kör tapalı, sprey boyalı olarak duruyor. Yeni Kayacık sokak çeşmesi tekrar hizmet vereceği günleri hasretle bekliyor.

whatsapp-gorsel-2024-06-02-saat-16-19-09-c8c1b60c.jpg

Araplar, Sedirler, Uluırmak, Keçeciler, Yanık cami, Karaciğan, Büyük Sinan'da ve ismini sayamadığım birçok mahallede basit ama zevkli bir o kadar da doğal ve organik oyunlarla vakit geçirirdik. Sonra dört nala bir at arabası ve üzerinde süvari olarak ayakta arabayı süren Bıktık lakaplı komşumuz araba ile tur atardı, ortalık nal sesi ve at şakırtısı ile dolardı, bir gider bir gelirdi mübarek, hususi geçit yapardı bazı zamanlar. Küçük dünyamızda büyük bir gösteri idi vesselam.

Bir de herkes birbirini aile ve çocuk olarak tanır idi. Tandır ekmek kokusu duyulur, düşme yenilirdi. Oyun arası yoğurt ekmek ile karın doyurulur ve konu komşu çocuğu gözetilir idi. Cadde ve sokaktan geçen at arabasına yapışılır, asılır giderdik sonra kamçı gelir idi. Sokaktan bir iki otomobil ya geçer ya geçmezdi. Bu yüzden öğlen vaktinden akşam namazına kadar sokakta rahat ve güvenli şekilde gezer, dolaşır ve oyunlar oynardık.

O günleri yansıtan bazı fotoğraf karelerini zaman zaman yerli ve yabancı turistler çekmiş. Bahsettiğim oyunların oynandığı 1960-1980 arası yılların Konya'sında çoğu kimsede fotoğraf makinesi yoktu. Bazı özel zamanlarda nadirde olsa mahallede düğün, sünnet olursa fotoğrafçı gelirdi. O dönemden kalma bazı kişilerde fotoğraflar varsa bile eğer sosyal medyaya aktarılmaz ise maalesef elde hiç örnek yok.

Konya’nın kenarda ama kalender, gariban ama izzetli ve onurlu ve kalender işçi ailelerinin yaşadığı semtlerin dünyası böyle idi, bir uçtan bir uca herkes birbirini tanır, lakabını bilir, yatsı namazından sonra birbiriyle öğür, akran olan rafıklar (refikten galat arkadaşlar demek) ve Hacı emmiler ahbaplarına çay içmeye gider, aileler ise konu komşuya misafirliğe gitmeden önce biz çocuklarla haber salar ve bir maniniz yoksa annemgil size oturmaya gelecek diye kapıyı çalar ve sorardık, gelen cevabı da eve getirir müsaitler veya değiller söylerdik. Ondan sonra akşam gezmesine misafirliğe gidilirdi. (https://www.yenihaberden.com/bir-maniniz-yoksa-annemler-size-gelecek-14160yy.htm)

Nereden nereye yazıyı buraya kadar okuyup bir ah çekip gözünüze de küçük bir saman tozu kaçtı da yaşardı galiba. Bugünlerde 50/60 yaşı geçen veya yaklaşan kuşak için mazide kalan ve bir daha gelmeyecek günlerden ve hatıralardan bir demet panorama çizdim. Birçok kent ve köyde ve mahallede benzer süreçler yaşandı, arkadaşlıklar böyle pekişti, mahalle kavgalarına bile gittik, az sapan ile taş atmadık yani. O günlerde böyle sosyalleştik. Bugünlerde ise çocuklar bizim gibi değil ama başka ve yine güzel ortamlarda sosyalleşiyor, oyunlar oynuyor, belki daha sofistike ve bireysel takılıyor. Zamane çocukları çok şanslı, her bütçeye uygun her çeşit çeşit oyuncaklar var.

Günümüzün trendi olarak digital kültür ve yaşantı sadece sosyal medya olarak değil her alanda yaygınlaştı. Her yerde çocukların elinde elektronik oyuncaklar, tablet, PlayStation/atari/Tetris vs. var. Biz yetişkinlerinde elinden akıllı telefonlar eksik değil, 7/24 birlikte yaşıyoruz. Lakin temel çocukluk neşesi ve sempatisi ve oyun içgüdüsü yok olmadı. Yeter ki o çocuk saflığı, temizliği ve dayanışma duygusu büyüdükçe kirlenmesin, insanlık azalmasın gerisi kolay.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ömer Tokgöz Arşivi