Bitmez bu mücadele
İnsanlar gibi seçimle işbaşına gelinen demokratik ülkelerin başına gelen siyasetçileri aracılığıyla, çıkarlarını maksimum yapma uğraşısı içindedir. Konuya bu pencereden bakıldığında anormal her hangi bir görünmemektedir. Ancak başını ileri teknolojiye dayalı üretim sürecine ulaşmış, dünya ticaret pastasından önemli derecede pay alan, askeri gücü üst düzeyde ve üstelik her konudaki gelişmeyi kendi istedikleri gibi küresel kamuoyuna benimsetecek boyut ve etkinlikteki medya gücünü de ellerinde bulunduran tekel konumundaki birkaç gelişmiş ülkenin gözü kara politika uygulamaları, toptan dünyanın ekonomik ve sosyal açıdan istikrara kavuşmasındaki en önemli engeldir. ABD, Almanya, İngiltere, Fransa ve hatta Japonya gibi gelişmiş ülkelerin, dünya üzerindeki kaynakların paylaşımı konusunda açgözlü yaklaşımlarından vazgeçmemeleri ekonomik, sosyal ve toplumsal tüm sorunların temel kaynağıdır. Genel sorunlar çözüme kavuşturulmadan ortaya çıkan ara sorunların giderilmesi, çözümü ötelemekten ve daha da ağırlaştırmaktan başka bir sonuç getirmemektedir. Dünya ekonomi ve siyasi tarihi bu durumun örnekleriyle doludur. İkinci Dünya Savaşı’nın temel nedeni, I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan anlaşmalarla ortaya çıkan dünya pastasının haksız ve orantısız paylaşımıdır. Günümüzde dünyanın, neredeyse hemen her yerinde ekonomik, askeri ve sosyal sorunların baş göstermesinin nedeni de, iki dünya savaşından ders alan özellikle gelişmiş ülkelerin birbirleriyle kafa kafaya askeri çatışmaya girmeden, dünya kaynaklarını gelişmekte ve geri kalmış ülkelerin aleyhine olmak kaydıyla paylaşma mücadelesidir. Bunu başarmak için de önceden dizayn edilen IMF, WB, OPEC, OECD, WTO ve FITCH, S&P gibi uluslararası ölçekli kuruluşları, kendi hedefleri doğrultusunda kullanmak suretiyle de gerçekleştirmeye çalışmaktan çekinmemektedirler. Senaryosunu İngiltere ve ABD’nin yazdığı, ortak çıkarları birbirine paralel olduğu müddetçe herhangi bir sorunun ortaya çıkmaması üzerine kurgulanan sistemden, dünyamız için uzun vadeli istikrarın ortaya çıkmasını beklemek, zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Gelişmiş ülkelerin başını çektiği dünyaya kabul ettirilmeye çalışılan, tek taraflı çıkar temeline dayanan adaletsiz yaklaşıma karşı çıkarak, haklı olarak haklarını savunan ülkelerde şüphesiz olacaktır; Çin Halk Cumhuriyeti, Türkiye, Rusya, İran, Venezüella, Kuzey Kore gibi.
Gelişmiş ülkelerle, sınırları içinde yer alan doğal zenginlikleri (petrol, doğal gaz, altın, bakır, elmas, alüminyum vb.) kendileri kullanmak isteyen gelişmekte olan ülkeler arasındaki ekonomi, askeri ve medya üzerinden güç ve üstün gelme amaçlı savaşın boyutları, derinliği ve etki alanı, artarak devam edecektir. Kabul edilmelidir ki, bu mücadele kısa sürede bitmeyeceği gibi, belki binlerce insanın ölümüne ve hepsinden önemlisi, kaos sonrasında her konuda tüm ülkeler arasındaki kutuplaşmanın artıp sert ilişkilere yerini bırakmasıdır. Böyle bir durumda ilk akla gelen ve ilk etkilenecek olan, öncelikle ülke ekonomilerinin daralma (resesyon) sürecine girmesi, diğer aşaması ise daralmanın derinleşerek durgunluğa (stagnasyon) hatta yüksek işsizlikle (%6’nın üzeri) yüksek enflasyonun (%6’nın üzeri) aynı anda görüldüğü stagflasyona yol açmasıdır. Bu zamana kadar ekonomisinin canlı olduğu konusunda hemen herkesin fikir birliğinde olduğu ABD ile ilgili 2020 için resesyona gireceğinin konuşulmaya başlanması, ABD ile giriştiği ticaret savaşlarının etkisiyle de, adeta normal kabul edilen Çin’in %10’luk büyüme oranlarından %6’lara düşmesi hatta en son olarak Fitch tarafından aşağı doğru %5.7’ye revize edilmesi, küresel ekonominin kalıcı bir yavaşlama sürecine gireceği yönünde şüpheleri güçlendirmektedir. ABD ve Çin gibi dünyanın en büyük iki ekonomisindeki yavaşlamanın, global ekonomiyi de yavaşlatacağı şüphesizdir. Asıl sorun, yıllardan beri parasal politikalarla piyasaları devamlı desteklenen AB ve Japonya ekonomisinde, bir türlü %3’ler civarında bir enflasyon oranına yaklaşılamaması yanı sıra Alexander Boris de Pfeffel Johnson’un İngiltere’sinin anlaşmasız AB’den çıkış olasılığının yükselmesi ve böyle bir gelişmenin İngiltere’ye öngörülenden daha fazla zarar vereceğinin ortaya çıkmasının, AB ve dünya ekonomisinde yol açacağı belirsizliktir. Orta Doğu Bölgesi’nde bir yandan çatışmaların kasıtlı olarak sona erdirilmemesi, diğer yandan ise petrol yataklarının cazibesinin devam etmesi ve Akdeniz’de doğal gaz yataklarının bulunmasından dolayı güç mücadelesi, adeta yangın üzerine benzin dökmekle eşdeğerdir. Söz konusu mücadelenin total ekonomiye yansıması da, şüphesiz olumsuz olacak ve ülkeler arasında, daha güçlü olup pastadan daha fazla pay kapma adına birbirini tetikleyen domino etkisi oluşturarak, durum istisnasız tüm ülkeler için kötü olacaktır. İşin tuhafı, her ülkenin defacto durumdan zararlı çıkacağı kesin olmasına rağmen, her alanda savaşın bitmeyecek olmasıdır.
Soru: Yaygın büyüme ile yoğun büyüme eş anlamlı mıdır? Neden?
Sözün Gözü: Tuzsuz yemeğin tadı olmaz, emeksiz kazancın da.