Bir konferans ve düşüncelerim
Komünizmin rengi kızıldır. Yani ihtiras ve kan rengi. Kapitalizmin rengi siyahtır. Yani taassup ve ifrat rengi. İslam’ın rengi ise beyaz, mavi ve yeşildir. Yani aklık, umut, sulh ve selâmet rengi.
Sezai Karakoç
İz bırakanlarla senin aranda basit bir fark var sadece: Onlar ömür boyu gayret ediyorlar; sen ömür boyu hayret ediyorsun. Mehmet Akif Ersoy
İçimizde bu kadar perişan hale getirilmeseydik; dışımızda bu kadar hürmetsizliğe uğramayacaktık.
Necip Fazıl Kısakürek
Tarihte herhangi bir zamanı gerçek manada anlamak istiyorsak, o çağda yaşamış şairlerin şiirini mutlaka okumalıyız. Misal: divan şiirine bakmadan Osmanlı tarihini tam manası ile kavramak mümkün değildir. Derin şiirler, her ne kadar ölümsüz olup her çağda geçerliliğini korusa da en çok kendi zamanının çocuğudur. Antropologlar, psikologlar, sosyologlar; insanı, toplumu ve hayatı anlamak istiyorlarsa -ki bu onların birincil görevidir- şiirin kapısını çalmalılar. Medeniyetler şiirle kurulmasa da şiirle anlaşılırlar ve geleceğe ilham pencereleri açarlar.
Geçtiğimiz günlerde bir konferansta konuşmacı Erol Güngör’ün hayatı ve eserleri üzerinden fikir dünyasını anlatıyordu. Bir katılımcı, şu minvalde bir soru sordu: “Millet olarak, Mehmet Akif ve Necip Fazıl’ın şiirlerinde işledikleri konular yerine Erol Güngör gibi sosyolog ve bilim insanlarının ortaya koyduğu fikirler üzerinde yoğunlaşsaydık daha farklı bir yerde olmaz mıydık?” Konuşmacı bu soruya memnun oldu ve kendisini onayladı. Ardından katılımcı bu şairleri kast ederek: “Buradan bir şey çıkar mı?” diye bir çanak soru daha sorarak hem konuşmacının hem de kendi önyargılı fikrini beyan etmiş oldu. Tabi ki konuşmacı da “Oradan bir şey çıkmaz” diye cevapladı kendisini. Bir bilim insanı olarak buradan bir şey çıkaramıyorsanız, bu şairlerin değil sizin eksiğinizdir kanımca. Zira hem Mehmet Akif’in hem de Necip Fazıl’ın şiirlerinde müthiş medeniyet, inanç ve fikir sancılarının yanı sıra çetin yol haritaları var. Kaldı ki bizim şairlerimiz bu iki isimden ibaret de değil. Sezai Karakoç’un medeniyet tasavvurunun değme bilim insanlarından aşağı kalır yanı olduğunu sanmıyorum.
Konferansın bir bölümünde konuşmacı şöyle bir görüş beyan etti: “Eğitimde, toplumun en akıllı insanları medrese yerine, bilimsel konulara yönelselerdi, bugün daha farklı bir yerde olurduk.” Bu görüşe iki itirazımın olduğunu hemen belirteyim. Birincisi Milli Eğitimdeki yanlış uygulamaların bu şekilde örtüldüğünü düşünüyorum. İkincisi, biz aslında zeki bir milletiz ve akıllı sayımız kısıtlı değil ki bir yere yöneldiğimiz zaman diğer bir yer açıkta kalsın. Oysa şöyle bir şey söylemek daha hakça olurdu: “Bu toplumun genç ve akıllı kesimleri hep tırpanlandı, Çanakkale’de, 1980 öncesi anarşi çıkartılarak ve Fetö marifetiyle olmak üzere toplumumuzun genç dinamik insanları heba oldu. Yanlış suçlama yoluna gidildi. Sadece burada olan bir şey de değil bu, maalesef pek çok platformda buna benzer görüşler beyan ediliyor. Zira mikrofon onlarda, kürsü onlarda…
Bilmem bizde niye böyledir? Kolektif olmayı, objektif bakmayı bir türlü beceremiyoruz. Bir kesim başka bir kesimi kabul etmediği gibi, aynı kesimin içinde bile birbirini yok sayan bir yapımız var. Öyle inanıyorum ki bu tutum büyük yürüyüşümüzde ayaklarımıza vurduğumuz en büyük prangadır.
Bir dönem çok söylenirdi dinde reform yapmak lazım diye, oysa güneşe reform yapılamayacağı gibi dine reform yapılamaz. Zira güneşi yaratan Allah, dini de bize gönderendir. Eğer dinde bir sorun görüyorsak, bu sorun bizden kaynaklanıyordur. Biz düşüncelerimize, duygularımıza ve dünyevi arzularımıza bir ıslah nehri bulmalıyız. Yoksa kanalizasyon içinde pisliklere ve pis kokulara karışıp gideceğiz. Burada doğru fikir geliştiren herkese ve her kesime ihtiyacımız var. Birlikte hareket etme kabiliyetimizi reforme ederek deforme olmaktan kurtulabiliriz. Batının geliştirdiği medeniyet tasavvuru bütün dünyayı bir silindir gibi ezip geçerken, “nerede bir fitne varsa onunla savaşın” diyen bir dini söylemin muhatapları olarak bu zulme karşı koymak herkesten önce bizim görevimiz olsa gerek… Parçalanarak, bölünerek, ayrışarak bir yere varmamız mümkün değil. Bizi kurtaracak olan şey tevhittir. Sancağımız bellidir, adres bellidir ve yapılacak iş bellidir. Umudumuzu, gayretimizle desteklediğimiz zaman, bütün yollar sırat-ı müstakime çıkacaktır. Sefer bizden olsun, zafer nasip işi…
Sevgiyle kalın.