Bir başarı hikâyesi
Küçük pencereli kamyondan bozma servis otobüsü bekçi kulübesinin önünde durur durmaz, servisteki hamallar can havliyle kendilerini dışarı atarlardı. Onlar için; “vakit nakittir” anlayışı geçerliydi. Her gün olduğu gibi o günde fabrikanın hammadde deposunun önü kamyondan geçilmiyordu. Guruba yeni katılan ve adı Orhan olan genç hamal tiz bir ses tonuyla arkadaşlarına; “Abiler, önce büyük tonajlı kamyonlardan mı başlasak?” diye sordu. Hamalbaşı onu; “sen işine bak çocuk.” Diyerek tersledi. Bu durum Orhan’ı üzmüştü. Bir kaç kez yutkundu. Etrafına şöyle bir bakıp sessizliğe gömüldü.
Orhan, hamalbaşı Sedat’la pek anlaşamazdı. Sedat bencil ve acımasız biriydi. Guruba yeni katılanları baskı altına alır, onların çaresizliğinden yararlanıp kendine kul köle edinceye dek uğraşır dururdu. Yapacak bir şey yoktu. Kurulan düzene uyan uyar, uymayan ekmeğinden olurdu. Orhan kısa zamanda bu gerçeği kanıksamıştı. Hem ailesini geçindirmek, hem de hedeflerine ulaşabilmek için güç bela bulduğu bu işe dört elle sarılmak zorundaydı. Böyle bir zamanda iş bulmak kolay değildi. İşi ağır, iş şartları zordu. Ama olsundu. Gençti, taşı sıksa suyu çıkaracak güçteydi. Şimdi çalışmayıp ne zaman çalışacaktı. İnsan eli ayağı tatarken çalışmalı, yaşlanınca da rahat etmeliydi.
Kendinden başka altı kardeşi daha vardı. Ailenin en küçük üyesi ve tek okuyanıydı. İki yıl önce ortaokulu bitirmiş, yokluktan dolayı tahsilini yarıda bırakmak zorunda kalmıştı. Babası fikrini dahi almadan henüz on sekiz yaşında iken onu evlendirmişti. Şartlar çetin, yoksulluk diz boyuydu. Bir iken iki olmuşlardı. Köyü terk edip şehre taşınmaya karar verdi. Baba ve anasının; “Gitme! Köyde hayvancılık yapar, geçinir gidersiniz.” Demelerine rağmen, onları dinlemedi. Bir yatak, bir yorgan iki metre keçe ve yarım çuval un ile birkaç adet kap kaçağı alarak şehrin yolunu tuttu. Allahtan şehirde yanlarında kalabilecekleri bir akrabaları vardı. Günlerce iş aradı. İş bulmak için çaldığı tüm kapılar yüzüne kapanmıştı. Tam ümidini kesmiş köye geri dönmeye karar vermişken Allah ona bu işi nasip etti. Belli bir süre çalıştıktan sonra kiraladığı iki odalı toprak damlı bir eve taşındı. Evinin yakınındaki akşam lisesine kayıt oldu. Asıl hedefi liseyi bitirip, üniversite gitmekti.
İş arkadaşlarına kendisini sevdirmişti. Hamalbaşı Sedat Orhan sayesinde mahiyetindeki hamallara reva gördüğü hareketlerden vazgeçmiş, onlara daha yakın ve ilgili davranmaya başlamıştı. Orhan her gün iş dönüşünde evinden önce okuluna uğrar, akşamın bir vaktinde yorgun argın evine dönerdi. Onun azmi, başarısı ve güzel ahlakı çevresinde ilgiyle izlenir olmuştu. Fabrika müdürü onu takdir ediyor ve daha iyi bir işte değerlendirmek istiyordu. Akşam lisesini bitirdiği günün haftasında bir kızı dünyaya geldi. Kızının dünyaya gelişi ona uğur getirmişti. Fabrikanın muhasebe bölümüne memur olarak atandı. Bundan sonra hayatı hem kolaylaşacak, hem de renkli bir hale gelecekti.
Aradan geçen yıllara rağmen ne sabrından ne de azminden bir şey kaybetmedi. Tüm zorlukları aşarak öğretim gördüğü üniversiteden mezun oldu. Kaymakamlık kursuna devam etmeye başladı. Çoktandır görüşemediği ana, babası ve kardeşleri burnunda tütüyordu. Bir gün eşi Rabia’ya, “Hazırlan! Köye gidiyoruz.” Dedi. Köye gittikleri gün onları bir sürpriz bekliyordu. Bakanlıktan gelen bir yazı da Orhan’ın Güney Doğu bölgesindeki bir ilçeye “Kaymakam” olarak atandığı yazıyordu. Evde şenlik havası yaratan bu haber, gösterilen azim ve kararlılığın meyvesiydi.
Esenlik dileklerimle.