Hasan Ukdem
Hasan Ukdem Belirtileri okumak

Belirtileri okumak

Hayat bir ırmak gibi akıp gidiyor ve bizler ne zaman ardımıza dönüp baksak, ulaşılmaz bir uzaklığın çaresizliğini içimizde duyuyoruz. Çocukluğumuz, gençliğimiz ve orta yaşımız ayrı ayrı lezzetlerde, başka başka renklerde bize o bahsettiğimiz, ulaşılmaz uzaklıktan suya düşmüş bir fotoğraf karesi gibi oynaşıp duruyor. Hiçbirimiz ölmek istemiyoruz. Aslında yaşlanmak da istemiyoruz. Hele modern insan daha bir inat ediyor bu konuda ve çeşitli yöntemlerle bunun üstünü örtüp gizlemeye çalışıyor. Ama aynamızdaki insan çaktırmadan değişiyor sürekli. Ve bir gün Cahit Sıtkı gibi “Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?” diye hayretle bakıyoruz aynadaki yansımamıza.

Hayat bir ırmak gibi akıp giderken, bazı duraklarda bizi dinlendiriyor, burada biraz düşün diyor. Okula başlarken, askere giderken, evlenirken, çocuk sahibi olurken kısık sesiyle uyarıyor bizleri. Biz ise çoğu zaman bunu duymuyoruz. Renkli bir yer dünya, kendi dönerken insanın da başını döndürüyor. İşler yolunda giderken, sağlık yerindeyken, güç kuvvet elindeyken pek düşünmüyor insan, ömür denen şeyin eriyen, biten bir şey olduğunu.

Baharda gelen kuşlarla şenlenen gökyüzü gibi, ev bir de bakmışız ki çocuklarla şenleniyor. Cıvıl cıvıl günler, sevinçle dolu bayramlar... Sonra onların düğünleri başlıyor, bir bir uçup gidiyorlar sonbahar kuşları gibi... Günlerin rengi soluyor, bayramların sevinci buruluyor. O zaman anlıyoruz, mezarlıklarda ziyaret ettiğimiz ninelerimizin, dedelerimizin de bizim gibi bu dünyada yaşayıp gittiklerini. O zamana kadar o mezarlar orada hep varmış, biz de onların ziyaretlerine hep gelecekmişiz gibi bir hisle gelip gidiyoruz sanki. Ölümü konduramıyoruz kendimize. Oysa her sonbaharda yaprak döküyor ağaçlar, yeşiller siliniyor her kış ve dışarda ak sakallı bir adam beliriveriyor...

Ellerimiz titremeye, gözlerimizin ışığı azalmaya, dizlerimiz bizi taşımakta zorlanmaya başlıyor. Gece ağrılarından, uykusuzluktan ve yorgunluktan şikâyet etmeye başlıyoruz. Sağlık ocaklarına, hastanelere sık sık uğramaya başlıyor, bir eczacıyla ahbap oluyoruz. Doktorların adını ezberliyor, dostlarımıza kendi bildiklerimizi tavsiye ediyor, onların bildiklerini kağıtlara not alıyoruz. Ve hala ölmek istemiyoruz.

Azrail (a.s) bir gün bir gençle münasebet kurar ve genç korkar, ölüm vaktinin geldiğini sanır. “Hayır daha vaktin gelmedi, ben sadece sana ölümü hatırlatmak için geldim” der. Genç bunu duyunca sevinir. “Hemen sevinme bir gün mutlaka canını almaya da geleceğim, dünyadayken Allah’ın emirlerini unutma, ömrünü İslam üzerine kur.” der. Genç de ölüm meleğine: “Tamam ama gelmeden bana haber ver” der. Anlaşırlar ve ayrılırlar. Aradan uzun yıllar geçer, genç yaşlanır ve ölüm vakti gelir. Azrail (a.s) gelir, “Vakit tamam” der. Yaşlı adam: “Seninle anlaşmıştık, hani gelmeden haber edecektin?” diye itiraz eder. “Sana sürekli haber edildi, fark etmedin mi?” der Allah’ın meleği. “Hayır” der adam. “İlk haber olarak saçların ağardı, sonra gözlerin az görmeye başladı, belin büküldü ve her geçen gücün zayıfladı. Bunları görmedin mi? Diye cevaplayınca adam anlar meselenin özünü.

Hayatın güzelliği çeliyor gönlümüzü, aklımıza getirmiyoruz geçiciliğini. Babamız ölünce, annemiz ölünce kara bir cemre düşüyor içimize. Mezarın içini görüyoruz. Mezarın içine akşam sabah gördüğümüz yakınlarımızı bırakıp üstünü toprakla örttüğümüz zaman o cemre havadan suya, sudan toprağa düşüyor ve içimizde yemyeşil bir mahşer çiçeği açıyor. Azrail’in (a.s) adama dedikleri geliyor aklına insanın. Gençliğin geçişi, yavaş yavaş ağaran saçlar, kısılan gözler, az duymaya başlayan kulaklar. Ve bir genç kız olarak evine gelen eşinin de ne kadar yaşlandığını fark ediyor. Çocuklar koca adam olmuş, torunlar mezara adam indirecek kadar güçlenmiş görünüyor birden gözüne...

Her şeye rağmen hayat tatlı, hayat güzel... Ancak insanoğlu yeryüzüne cennetteki hatasını telafi etmeye geldiğini unutup hayatın tadına ve güzelliğini kanmamalı. Görünen güzelliklerin yanında, içinde hissettiği manevi havayı da kaile almalı, ezanların sesindeki huzuru, namazın huşusunu içinde aramalı ve insanlara güler yüzle, sevgiyle bakmayı da görünen güzelliklerin bir parçası olduğunu keşfetmeli. Yoksa her mevsim güzel ama bu güzelliği sadece bir mevsimlik... 

Elbette hayatın güzelliklerini görelim, meyvelerini derelim ama hakikatini de görelim. Bir gün kapımıza ölüm meleği geldiği zaman şaşırmayalım. Onu en güzel şekilde karşılayıp, bir misafire nasıl ikram edilirse öylece ikram edelim canımızı.

Sevgiyle kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi