Mehmet Toker
Mehmet Toker Başörtüsü Kime Problem?

Başörtüsü Kime Problem?

Türkiye'de halkın kılık kıyafeti ile ilgili ilk problemler, 25 Kasım 1925tarihinde çıkarılan "Şapka Kanunu" ile başlamış, 11 Ekim 1926 tarihinde kabul edilen Kılık Kıyafet Kanunuyla bir rejim politikası haline getirilmiştir. Millileştirme adı altında yerli ve milli kıyafetler kaldırılarak çağdaşlaşma adı altında Anglo Sakson Avrupavari kıyafetlerin giyilmesi yasalaştırılmıştır. 1926'da çıkarılan kılık kıyafet kanununda, kadınların giyimi ile ilgili net ifadeler ve yasaklamalar olmamasına rağmen, kraldan çok kralcılık yapan zihniyetin mensupları kadınların kıyafetleri hususunda keyfi uygulamalar ortaya koymuştur.

Anadolu kadınının yazması, şalvarı, peçesi, çarşafı çağdışı görülerek bunlarla sokağa çıkanların cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Hatta kadınların etek ve yırtmaç boyları noktasında inisiyatif kullanan yerel yönetimler ve bazı devlet erkanı olduğu da tarihi bir gerçektir. 1950 yılına kadar devam eden bu faşizan baskı 1950 yılından sonra gevşetilmiştir. Ancak 1960 ihtilalinden dört yıl sonra çıkarılan başörtüsü yasağı, 12 Eylül 1980 darbesi ile perçinlenmiştir.12 Eylül darbesinin akabinde askeri rejim, 16 temmuz 1982 yılında "kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin kılık ve kıyafetine dair yönetmelik" başlığıyla çıkarmış olduğu yönetmelikle, binlerce yıldır Anadolu kadınının Allah'ın emri olarak takmış olduğu başörtüsünü bir problem haline getirmiştir. Bu yönetmelik kamu çalışanlarını ve üniversite öğrencilerini tektipleştirme ve Kemalist, militarist rejimin kendi beyinlerindeki dar kalıplara toplumu mahkum etme ameliyesiydi.

31 yıl yürürlükte kalmış olan bu yönetmelik ancak 2013 yılında değiştirilerek toplumda hak ve özgürlükler açısından pozitif bir iyileştirme sağlanabildi. Bu geçen 31 yıl içerisinde binlerce Müslüman kadın eğitim, seçilme, hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma, suç ve cezaların kanuniliği, özel hayat, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı dernek ve sendika kurma özgürlüğü, şikâyet hakkı gibi temel insan hak ve özgürlüklerinden mahrum ve mağdur edildi. Kendilerine negatif ayrımcılık yapıldı. Hüviyet, ehliyet, pasaport gibi resmi belgeler üzerinde serbest olan başörtülü fotoğraf; üniversite kayıt belgesi, üniversite kimliği gibi belgeler de kullanılması yasaktı. Mahkemeye tanık, sanık olarak başörtüsüyle girebilirken; hakim, savcı, avukat ve memur olarak girmeniz yasaktı. Asker annelerinin köyünde, kasabasında, tarlasında, başörtülü dolaşması tolere edilebilirken, ziyaretçi olarak askeri alana girmesi yasaktı. Yasakçı zihniyet, şizofrenik nöbetler halinde yasakçılığı, zaman zaman çok daha üst seviyelere taşıyordu. 28 Şubat sürecinde sağlık karnesi için başörtülü fotoğrafın kabul edilmediği, başı açık fotoğraflar istendiği dönemler oldu. Bu yasağı iptal etme girişimleri "411 el kaosa kalktı" manşetleri ile yargısız infaz edildi. Demokrasi ile yönetildiği iddia edilen ülkede meclis çoğunluğunun verdiği karar, anti demokratik güçlerin müdahalesi ile akamete uğratıldı. Başörtüsü özgürlüğü getiren yasal düzenlemeler, bu günlerde "başörtüsünü yasal güvence altına almalıyız" söylemiyle ortaya çıkanlar tarafından anayasa mahkemesine götürüldü ve iptal ettirildi. Başörtüsü yasağını kaldırmaya teşebbüs eden siyasi partiler kapatıldı, kapatılma işlemi ile dava açıldı, cezalandırıldı.

30 Eylül 2013 tarihinde yapılan bir düzenleme ile yasakçı, baskıcı, militarist zihniyetin toplumu kutuplaştıran, yasaklara dayanak teşkil eden askeri dikta yönetmeliği kaldırılarak 49 yıl süren başörtüsü yasağı sonlandırıldı. Aradan 9 yıl geçtikten sonra; "başörtüsü" bir kanun teklifi ile yeniden gündemimize girdi. Gerçi kanun teklifine baktığımız zaman başörtüsü ekseninde yürütülen problemleri çözmek ve başörtülü kadınları tamamen özgürleştirmek yerine, tekrar yasaklamaya mahal olabilecek muğlak ifadelerle oluşturulmuş bir metin. Kanun teklifinde: "Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cübbe, önlük, üniforma vb. dışında kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz." deniliyor. Burada ki bu muğlak ifade art niyetli kişilerce: "Kanunda gerekli kıyafetler dışında ibaresi var. Hakimlik, savcılık, doktorluk, askerlik, polislik mesleğinin icrası kapsamında başörtüsüne gerek yoktur." şeklinde yorumlamaya müsait bir muğlaklık söz konusu. Kaldı ki kanun teklifinde bulunanların amacının üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu sağır sultan bile biliyor.

Yıllardır ülke gündemini meşgul eden ve pek çok kadını mağdur eden bu yasakçılık hâlâ bir takım ön yargılar ve dayatmalar üzerinden devam ettiriliyor. Kemalist, militarist, laik, seküler kesim konuyu "türban sorunu!" olarak isimlendirip bunun "siyasi bir simge!" olduğu ve "laikliğe aykırı!" olduğu varsayımları ve ön yargıları arkasına saklanarak, yasağın devamı için kinlerini ve İslam dini ile mücadelelerini devam ettiriyorlar. Halbuki "türban sorunu!" değil başörtüsü sorunudur. Başörtüsü "siyasi bir simge!" değil dini bir vecibedir. "Laikliğe aykırı!" değil din ve vicdan özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir konudur.

"Türbanlı hakim karşısına gittiğimde adaleti savunacağı konusunda kuşkum var. Bazıları militança ve ideolojik takıyor." sözleri ile bu ön yargılarını izhar etmiş oldular. Başörtüsünün halk nazarında bir problem olarak görülmediği beyni örtülü olanlar tarafından problem hâle getirildiği de böylelikle net bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Zira 49 yıl devam eden yasakçı zihniyet döneminde hiçbir kimse "Başı açık hakim karşısına gittiğimde adaleti savunacağı konusunda kuşkum var. Bazıları militanca ve ideolojik açılıyorlar." diye bir cümle kurmadı. Başörtüsü, beyni örtülülerin zannettiği gibi herhangi bir siyasi partinin simgesi değil; "Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar..." ayeti nazil olduğu günden bugüne Müslüman kadınlar için imani bir konudur. Din ve vicdan özgürlüğü kapsamında demokratik bir haktır.

Mezkurun ileyh kanun teklifi, rahmetli Ziya Paşa'yı mezarında ters döndürmüştür. Ziya Paşa'nın: "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde!" mısrası, eylem ve söylem uyumu veya tezatı konusunda rehber ifadelerdir. Yıllar boyu başörtüsü yasağını savunan, uygulayan, ikna odaları kuran, çul ve bir metrelik bez parçası diyen beyni örtülülerin; seçimlerin yaklaştığı bir dönemde bu tür söylemlerle ortaya çıkmaları nifak ve riyanın dik alâsıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi