Ah nostalji
70’li yıllarda bir kurumun açtığı sınavı kazanıp iş başı yapmıştım. O zamanki sevincimin tadı hala damağımda. Yerleştiğim kadro; “Daktilo” kadrosu olsa da halimden şikâyetçi değildim. Ancak anlamadığım bir şey vardı. Niçin adımı telaffuz etmez, bana hep daktilo diye hitap ederlerdi. Büromda çalışırken koridorları inleten, “Şunu daktiloya ver!”, “Götür daktilo yazsın!”, “Hemen yazsın, bu yazı acil!” Gibi emir kipi içeren cümleler önceleri garibime gitmiş, daha sonra bu hitaba alışmaya başlamıştım. İçimden ne yapayım işim bu! Ekmeğimi bu yüzden kazanıyorum diyordum sıklıkla. Çalıştığım büroda benden başka daktilo kadrosunda bulunan iki arkadaşım ve birde büronun sevk ve idaresinden sorumlu şefimiz vardı.
Yılsonu yaklaşırken önümüze konan uzun şaryo daktilolarla muhasebe tablolarını doldurmak için hummalı bir çalışma içine girer, çalışmalarımızı her gün fazla mesai yaparak gece geç vakitlere kadar sürdürürdük. Aramızda Salih adında daktilo kullanmayı çok iyi bilen, yaşça bizden büyük tecrübeli ve yetenekli bir abimiz vardı. Onun hakkında daktilo ile resim yapar denilirdi. Aslında ona yapılan bu yakıştırmanın fazlası var eksiği yoktu. Sadece ustalığına değil, insanlığına da hayrandım Salih abinin. Fırsat buldukça eline aldığı minik fırça ile antika paraları ve sikkeleri bıkmadan usanmadan temizler ve parlatırdı. Böyle ince işlerle uğraşmaktan hoşlandığı belliydi. Hoşlandığı başka bir şey daha vardı. O da birilerine takılıp şakalar yapmaktı. Arada bir bana; ”Tahir kardeşim, şu pusula olayını anlatsana.” Derdi. Ben, her defasında abi bu kaçıncı anlatışım dedikçe o, “ olsun anlat!” diye ısrar ederdi. Bende onun gönlü kırılmasın diye o günkü yaşadıklarımı anlatmaya başlardım. Abi ben nerden bileyim; elime şu evrakı götür personel şefine imzalat dediler. Ben de aldım götürdüm şefe; Şef, bir yüzüme baktı bir de evraka başladı kahkahalarla gülmeye. Meğerse beni ambar pusulasına;- bir adet adam- diye kaydetmişler, yani ambara girişimi yapmışlar, benim haberim yok! Elimdeki evrakı okumayı akıl edememişim vesselam. Salih abi sanki ilk kez duymuş gibi yine kahkahayı bastı. O gün bu şakayı kendisinin hazırladığını itiraf etmişti. Şaşırıp kalmıştım. Yüzüne bir müddet bakıp, yapma Salih abi diye mırıldandığımı hatırlıyorum.
Artık daktilo yazmaktan bıkıp usanmıştım. Bu işten kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Konuyu şefim Ahmet beye açtım. O’nun yüzünde beliren müstehzi gülüş canımı sıkmış içimi karartmıştı. O, “dur ya hemen alınma!” diye çıkıştı. Elini omzuma koyarak; “Bu işi halledeceğiz birlikte” dedi. Beni teleksin başına davet etti. Bana bu cihazı kullanmayı öğreteceğini söyleyip bir hoca edasıyla anlatmaya başladı. Birkaç gün içinde teleks kullanmayı öğrenmiştim. İlerleyen günlerde teleks ile daktilo arasında mekik dokumaya başlamıştım. Bu gayretim müdür beyin hoşuna gitmişti. Beni yanına çağırarak, “Önümüzdeki yıl seni memur kadrosuna teklif edeceğiz.” Yalnız teleksin yanında müdüriyet makamının özel ve gizli yazılarıyla, kurul ve müfettiş raporlarını da yazacaksın anlaştık mı?” Dedi. Kendisine; “tabi efendim, ne demek!” Diye cevap verdim. Yine daktilo kullanmaya devam edecektim ama bundan böyle bana daktilo demeyecekler, beni ismimle yani Tahir bey olarak bilip çağıracaklardı. Bu kadroya atanmam önümü açacak, memuriyetteki basamakları tırmanmama vesile olacaktı.
Esenlik dileklerimle.