Zekâtı Anlayabildik mi?
Müslümanlar için önem arzeden bir zaman diliminde bulunuyoruz. Ramazan'ı Şerif'in bir haftasını geride bıraktık. Ramazan deyince; orucuyla, teravihiyle, sadaka-i fıtr, teheccüd, itikaf, iftar ve sahur ile komple bir ibadet mevsimi aklımıza geliyor. Ramazan'ı Şerif'te -özellikle bizim milletimizde- bir ibadeti daha yerine getirme alışkanlığı ön plana çıkıyor. Zekat ibadeti...
Zekat, normalde Ramazan'a özgü bir ibadet olmamakla beraber, seneden seneye takibinin kolay olmasını temin için ve aynı zamanda yapılan bir ibadetin en az 700 hasene ile karşılık bulacağı müjdesine nail olmak için, ecdadımız zekatını Ramazan'dan Ramazan'a vermeyi alışkanlık haline getirmiştir. Bizler de bu alışkanlığı sürdürebiliyorsak ne mutlu. Zekat, elbette ilk defa İslam'la ortaya çıkmış bir ibadet değil. Kur'an-ı Kerim'in anlatımıyla daha önceki dinlerde de zekat ibadetinin olduğunu görüyoruz. En azından; "İsrailoğullarına zekatın emredildiğini fakat çok azı müstesna bu emir'den yüz çevirerek sözlerinden döndüğünü" yine Kur'an-ı Kerim, Bakara Sûresinin 83. ayeti kerimesinde ifade ediyor. Zekatın Allah tarafından değerlendirmeye alınan iyilikler kapsamında ifade edildiğini de bakara suresi 177. ayeti kerimeden anlıyoruz.
Allah CC, insanlığa göndermiş olduğu son din, İslam dininde zekatı, İslam'ın beş temel esasından birisi olarak zikretmiştir. Peki insanın "sahip olmuş olduğu!!!" belirli bir miktardaki maldan, bir miktarını, şartlarını haiz kimselere vermesi nasıl ve niçin ibadet oluyor? Acaba zekat ibadetinin insanoğluna, inanana nasıl bir katkısı var ki; Allah bir miktar mal vermeyi ibadet olarak değerlendirmiş?
Kur'an-ı Kerim'deki zekat ayetlerini incelediğimizde zekatın bir anlamda imanın sağlaması gibi görüldüğünü ve değerlendirildiğini söyleyebiliriz. Bakara Sûresi 177. ayeti kerimede; "yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmenin iyilik olmadığını, asıl iyiliğin Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin, mala olan sevgilerine rağmen yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, ihtiyacından dolayı isteyene ve özgürlüğü için anlaşma yapmış kölelere verenlerin, namazı kılan, zekatı veren, anlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getiren, zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda direnip sabredenlerin tutum ve davranışları olduğunu, bunların doğru olanlar ve Allah'a karşı gelmekten sakının müttakiler olduğu" ifadesi var. Ayeti kerime muvacehesinde değerlendirdiğimizde bir anlamda insanın sevdiği mallardan infakta bulunması, artı zekatı vermesi 5 iman esasından sonra ifade edildiği için; sanki bir anlamda imanın zahiri bir göstergesi, bir sağlaması gibi anlaşılabilir. Zira inanmak, uğruna fedakarlık yapmayı gerektirir. Fedakarlığın en basit göstergesi de elbette ki mali fedakarlıktır.
İmanın can fedakarlığı ile sağlamasının yapılması, çok daha ağır bir imtihandır. Nisa Sûresi 77. ayeti kerimede; " Daha önce kendilerine, "(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin" denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve "Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!" derler. De ki: "Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez." İşte bu ayeti kerimede de anlatıldığı üzere can fedakarlığı, çok daha ağır bir imtihandır. Çok daha ağır bir sağlamadır.
Fukahaya göre zekatın farz olarak emredilmiş olduğu, Tevbe Sûresi 103. ayeti kerimede " Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka(zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." ayeti kerimesinde ifade edilen temizlenmek acaba nasıl bir temizlemektir? Zariyat suresi 19. ayeti kerimede ki "Onların mallarında, yardım isteyen ve mahrum olanlar için bir hak/pay vardır." ifadesi ile beraber değerlendirdiğimizde; bu temizlemenin, Allah'ın bizim malımızın içerisinde gizlemiş olduğu "fakirlerin, miskinlerin, zekat toplayan amillerin, müellefe-i kulub, özgürlüğü için anlaşma yapmış köleler, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmışların haklarının/hisselerinin ayrılıp ödenmesi olduğunu söyleyebiliriz.
"İnkar edenlere, "Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın" denildiği zaman, inkar edenler iman edenlere, "Allah'ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz" derler. (Yasin/47) ayeti kerimesi ile anlıyoruz ki zekat vermeme ve infakta bulunmama bir inkar psikolojisidir. Bu psikoloji, insanın dünya malını seküler bir tanrı haline getirmesine ve ona tapmasına sebep olan tavırların ilk başlangıcı, bir anlamda dışa vurumudur.
Zekat, uygulama itibarıyla zahiren, kendi malımızın bir kısmının başkasına verilmesi ve malımızın eksilmesi gibi gözükse de; İslam dininin dünya malına yüklediği manayı da göz önünde bulundurduğumuzda, aslında bize emanet edilen, geçici bir süreliğine kullandığınız maldaki, fakir ve miskinlerin hissesinin o maldan alınarak sahiplerine ulaştırılmasıdır. Bu yönüyle değerlendirdiğimizde zekat, bize fani oluşumuzu, bizim diye gördüğümüz hiçbir şeyin bize ait olmadığını, o malların da tıpkı bizim gibi fani olduğunu gösteren iyi bir eğitimcidir. İnsandaki vahşi mülkiyet anlayışını terbiye eden iyi bir mürebbidir. İnsandaki îsâr duygusunu ortaya çıkaran, egoizmden, gurur ve kibirden koruyan, iyi bir muhafızdır. İnsanın en büyük zaaflarından bir tanesi olan madde perestliğin önündeki en güzel kalkandır. Zekat vermek, bu yönleriyle değerlendirdiğimiz zaman insanca bir eylemdir. Vahşi kapital dünyaya bir başkaldırıdır. İslam'ın neş'et etmesinden önceki dönemi değerlendirdiğimizde, insanların alma alışkanlığını, sürekli kendilerine mal biriktirme veya yığma alışkanlığını eğiterek ortadan kaldıran ve insanların tavır ve davranışlarını vermeye tebdil eden mûtedil bir inkılaptır. Cahiliye dönemi insanı, hırsızlıkla, gasbla, tefecilikle, hileyle, ihtikarla, faizle, mirastan kadınları, güçsüzleri mahrum etmek suretiyle, haksızlıkla, talan ve yağmayla sürekli almaya alışmışken; zekat ve infak bütün bu alışkanlıkları ters yüz eden ahlaki bir erdemdir.
Bugün, Dünya üzerinde cahiliye döneminden daha kötü bir ekonomik hayat hakim durumda. Dünya, güçlülerin sömürerek sürekli daha fazla zenginleştiği, güçsüzlerin ezilerek daha fazla fakirleştiği ekonomik bir çarkın dişlileri arasında dönmektedir. Ekonomik güç ve para belli odaklarda ve ellerde toplanmaktadır. Bu durum, insanoğlunun yeryüzünde kendi eliyle inşa etmiş olduğu adaletsiz bir zulüm sistemidir. Bu sistemin temel dayanağı, hayatı sadece dünya hayatından ibaret gören, ahireti inkar eden inanç ve anlayıştır. Bu inanç ve anlayışta kendisini, "Allah'ın doyuramadığını biz mi doyuracağız? Allah isteseydi onlara da mal verirdi. Allah'ın mal vermediğine ben niye kendi malından veriyorum? Ben Allah'tan zengin miyim? cümleleri ile ifade etmektedir.
Bugün Dünya üzerinde insanların bir kısmı obeziteden ölürken, diğer bir kısmının açlıktan ölmesi, insanoğlunun dünyada inşa etmiş olduğu ekonomik zulmün bir neticesidir. Dünyadaki açlığın sebebi, Allah'ın o insanların sağlıklı beslenmesi için yeterli nimet yaratmamasından kaynaklanmamaktadır. Allah'ın, o insanlar için yaratmış olduğu nimeti, obeziteden ölen insanların gasp etmesinde dolayıdır. Kendi mallarındaki fakirlerin hakkını vermeyip, fakirlerin malların üzerine çöreklenmesinden kaynaklanmaktadır. İşte zekat, insanoğlunun dünya malına tamahı ve hırsıyla bozmuş olduğu dünyadaki ekonomik dengeyi, Allah'ın müdahalesiyle düzeltmektir. Fakat ne acıdır ki; Müslümanların zekat vermemek adına bin dereden su getirerek, bahane ve mazeret üretmeleri dünya malı ile olan imtihanımızı kaybettiğimizi göstermektedir. Zekatı anlamak demek sadece emredilen kırkta birlik miktardan daha fazlasını gönül rızasıyla verebilmektir. Kırkta bir vermek hukuk, daha fazlasını vermek ahlaktır. Ve dünya ahlaklı insanların omuzlarında yükselecek, ahlaklı insanların tavır ve davranışlarıyla temizlenecektir. Tertemiz bir dünya temennisiyle...