Söylenmemiş Şarkılar
Ne var ki yazdığımız şarkılar, söylenmeyecek kadar yalnızdı. Evet, birileri şarkı söylüyordu, evet bizi anlatıyordu tüm hüzünlü şarkılar ama hiç biri bizim şarkımız değildi. Başkasına ait hayatların, kayda değer görülmeyen nesneleri olabilirdik ancak. Yazdığımız şarkıları kendimiz duyacak kadar mırıldanabilirdik ötesine cesaretimiz de yoktu mecalimiz de. Bize reva görülen sadece bu muydu?
Ters ışığa düşmüş koyu birer siluet gibi görünüyorduk birilerine. Flu, belli belirsiz, bulanık birer görüntü idik onlar için. Kapladığımız yerin ne kıymeti vardı ne ederi. Nasıl ve neden layık gördüler bu vaziyeti?
Bitip giderken bir hayal gibi ömür dediğimiz sermaye, ona göre, şuna göre ya da ötekine göre yaşamamızı isteyenler, kendimize göre olmayı bize layık görmediler. Ve kötülük bile isteye, üzerimize basarak, yargılarımızı ayaklar altına alarak, pervasızca rol çaldı iyilerden. Şimdilerde ekranlardan taşıyor şarkılar eşliğinde kötülerin sözüm ona delikanlılığı.
Parçalanmış ve ötelenmiş hayatların, sıradan figüranları olmayı bize layık görenlerin şarkıları, ışıltılı sahnelerde arzı endam ederken, insan olabilme derdine düşenler, yalnız başına kalmanın ağırlığıyla bakıyordu olan bitene. Ne kötülük yapmıştık ne fenalığa aklımız eriyordu. Vefasızlık yapmaktan korkuyor, insanı incitmekten çekiniyorduk.
Uğruna vazgeçilecek ne varsa ve neyi ne kadar feda edecekse insan bu dünya adına, hepsine âşık oldu yeniden ve inadına… Tükenmesinden korktuğumuz servetimiz kadar sarılamadık belki de bizi sevenlere.
Yaşamayı arzu ettiğimiz hayatla, gördüğümüz dünya arasında bir uçurum; ürperiyordu yüreğimiz, düştükçe derinleşiyordu uçurum ve bu bir rüya değildi. Çocukların masumiyeti ezip geçiyordu Karunların sarayını lakin büyükler, sarayda kalmaya devam ediyordu.
Ne var ki şiir vardı hâlâ, her yeni doğum yeni birer beste yeni bir şarkıydı, hicran da olsa bir ucunda aşk vardı, haklı isyanlar çıkartabilirdik misal, “hayır” diyebilirdik bizi harcamak isteyenlere. Kalem yazıyordu, “söz” ağırlığını yitirmiş olamazdı böyle. Hesap edilmiş ve ölçülmüş ilişkileri değil, hasbi ve çıkarsız sevgilerin de vardı bestesi.
Sessizce, kendi kendimize, kuytu bir köşede söylediğimiz şarkıları duyan biri çıkacaktı elbet, çıkmalıydı. Eksik kalmış yanlarımız, kabuk bağlamamış yaralarımız, dökülen gözyaşlarımız… Hayata ve çileye ve kedere dair ne varsa, bir anlamı ve derinliği olmalı. Aradığımız anlamın ne kadar derinde olduğunu sormak değil belki de bize düşen, olsa olsa karar verebilmektir aramaya. Var olduğunun farkında olan hangi insan şarkısından vazgeçer düşünsene…
Söylenmemiş şarkıların unutulan nakaratları olmaya kimin gönlü var Paşam?